ALLAH'IN
GÜZELLİKLERİNDEN BİR DEMET
-3-
HARUN YAHYA
Eylül
1999
Vural Yayıncılık:
Çatalçeşme
Sok. Üretmen Han
No:
27/13 Cağaloğlu-İstanbul
Baskı-Cilt:
Erkam
Matbaası Keresteciler Sitesisi Selvi Sok
No:
19 Merter-İstanbul
GİRİŞ
İnsan, düşünebilen ve düşündükleriyle bir sonuca
ulaşabilen, bilinç sahibi bir varlıktır. Yeryüzünde yaşayan başka hiçbir canlı
bu yeteneklere sahip değildir. Buna karşın yeryüzündeki canlıların hepsi
birbirinden ilginç ve şaşırtıcı pek çok yeteneğe sahiplerdir. Üstelik insan, bu
yeteneklerin birçoğundan mahrumdur. Canlılardaki olağanüstü avlanma metodları,
çeşit çeşit üreme şekilleri, yavrularını koruyup kollamada gösterdikleri özen,
yaşadıkları ortama mükemmel bir uyum gösteren vücut mekanizmaları…
Peki insanların bile birçoğuna sahip olamadığı bu
yetenekler, düşünme kabiliyetinden yoksun, bir bilinci dahi olmayan bu
canlılarda nasıl meydana gelmiştir? Onlara bu yetenekleri kim vermiştir?
Bunları tesadüflerle açıklamak, kendiliğinden zaman
içinde oluşmuş demek mümkün değildir. Rasgele tesadüflerin, yeryüzündeki
milyonlarca canlı türüne etki etmesi ve onları birbirinden üstün özelliklerle
donatması imkansızdır. Bu, apaçık bir gerçektir. Aksini iddia etmek ise aklın
ve mantığın sınırlarını aşmak olur. Bunu, yalnızca çevresindeki canlıları
gözlemleyerek biraz düşünen bir insan rahatlıkla anlayabilir. Ama ne ilginçtir
ki, bu "biraz düşünme"yi yapmayan, aklın ve mantığın sınırlarını
kesin olarak aşan bir grup insan vardır. Bu insanlar yeryüzünde var olan tüm
canlıların tesadüflerin bir eseri olduğunu iddia ederler.
İşte son derece akıl dışı bir tutum içinde bulunan
bu grup, evrimcilerdir. Evrimcilerin mantık bozukluklarını, bilimsel ve
ideolojik yöndeki hezimetlerini bu kitabın son bölümünde inceleyeceğiz. Ancak
bundan önce şunu belirtmekte fayda vardır: İlerleyen sayfalarda bazı
yeteneklerini, sahip oldukları mucizevi tasarımları inceleyeceğimiz canlılar,
yeryüzünde yaşayan canlıların çok çok küçük bir kısmıdır. Milyonlarca,
milyarlarca çeşit içinden seçilmiş
yalnızca onlarca örnektirler. Ama bu canlıların tek bir tanesi dahi, herşeyin
tesadüfen var olduğunu iddia eden evrim teorisini çıkmaza sokmak için
yeterlidir.
Ve şunu da özellikle vurgulamak gerekir: Yine söz
konusu canlıların tek bir tanesi dahi yeryüzündeki kusursuz yaratılışın apaçık
bir delilidir. Tüm canlılar kendilerini yaratan Allah’ın sonsuz ilminin,
kusursuz yaratışının, üstün aklının ve kudretinin delilleridir. Bu yüzden insan
yeryüzünün neresine giderse gitsin Yaratılış Gerçeği’nin sayısız örnekleri ile
karşı karşıya kalacaktır. İster bulunduğu yerden şöyle bir etrafına göz
gezdirsin, ister binlerce metre yükseklikteki dağlara ulaşsın, isterse
okyanusların derinliklerini incelesin… Allah gördüklerini görmezlikten gelmeyen
ve bunlar üzerinde düşünen kulları için yeryüzünün her santimetrekaresinde
ihtişamlı bir sanat sergilemektedir. Kuran’da bu gerçek şöyle haber verilmiştir:
Şüphesiz,
mü'minler için göklerde ve yerde ayetler vardır. Sizin yaratılışınızda ve
türetip-yaydığı canlılarda kesin bilgiyle inanan bir kavim için ayetler vardır.
(Casiye Suresi, 3-4)
Başta da belirttiğimiz gibi bu gerçeği düşünüp
görebilme yeteneğini Allah tüm insanlara vermiştir. Ancak insanların çok az bir
kısmı buna ihtiyaç duyar. Büyük bir çoğunluk ise "akletmez bir
topluluk" olarak yaşarlar. Allah bu iki grup arasındaki farkı da şöyle
bildirmiştir:
Kör olanla
(basiretle) gören bir değildir; Karanlıklarla aydınlık, Gölge ile sıcaklık da.
Diri olanlarla ölüler de bir değildir. Gerçekten Allah, dilediğine işittirir;
sen ise kabirlerde olanlara işittirecek değilsin. Sen, yalnızca bir uyarıcısın.
(Fatır Suresi, 19-23)
Bu kitap, bilinç sahibi insanlara bir çağrı ve uyarı
niteliğindedir. İlerleyen sayfalarda verilen örnekler üzerinde düşünüp Allah’ın
sonsuz kudretini takdir edebilme konusunda bir çağrı… Ve dünyadayken bu bilinci
göstermeyen, düşünmeden ve akletmeden yaşamayı tercih eden insanlara da,
Rableri olan Allah’a karşı bu nankörce tutumlarının kötü bir sonucu olacağına yönelik bir uyarı…
Ki o, Allah'la
beraber başka bir ilah edinmişti. Artık ikiniz, onu en şiddetli olan azabın
içine atın. Onun yakın-dostu (saptırıcı) dedi ki: "Rabbimiz, ben onu
kışkırtıp-azdırdım. Ancak kendisi (haktan) uzak bir sapıklık içindeydi."
(Allah buyurur:) "Benim huzurumda çekişip-durmayın. Ben size daha önce
'kesin bir uyarı' göndermiştim." "Huzurumda söz değişikliğe
uğratılmaz ve Ben kullara zulmedici değilim." (Kaf Suresi, 26-29)
Vaşak
Türleri Arasındaki Farklılıklar
Bazı hayvanlar yapı olarak birbirlerine benzeseler
de özellikleri incelendiğinde hepsinin birbirinden farklı oldukları görülür.
Örneğin her ikisi de birer vaşak türü olan lynxler ve bobcatler şekil ve
büyüklük bakımından birbirlerine benzeyen hayvanlardır. Ancak her birinin kendi
türüne özgü, yaşadıkları ortama uygun çeşitli özellikleri vardır. Lynxler,
Kuzey Amerika'nın serin kuzey ormanlarında yaşarken, bobcatler de Kanada'nın
güneyinden Güney Meksika'ya kadar geniş bir alana yayılmışlardır. Kuzey
Amerika'da yaşam şartları oldukça zorludur. Örneğin kışın sıcaklık -45oC'a
kadar düşebilir. Bu sebeple vaşakların ısı kaybını azaltan daha kısa kuyrukları
ve ayaklarında bulunan ve yastık görevi gören yapıların üzerini kaplayan yoğun
tüyleri vardır. Ayrıca vaşakların uzun bacakları derin kar içerisinde rahat
hareket etmelerine olanak sağlar, Bobcat'lerinse daha kısa olan bacakları, dik
kayalık dağ eteklerinde ve dağlık alanlardaki sık çalılıklarda kolaylıkla
tırmanmalarına daha uygundur. Bu, Allah'ın eşsiz yaratmasındaki çeşitlilikten
sadece bir örnektir.
Christopher O'Toole & John Stidworthy,
Mammals,The Hunters, s.18-21
Harrier Doğanlarının
Avcılığı
arrier doğanlarının bacakları orta (tarsal) eklemlerinden
her iki yönde de bükülebilir. Bu da kuşların kayalıkların veya ormanların en
elverişsiz yerlerinde bulunan ve ana avları olan kertenkele, kurbağa ve başka
kuşların yumurtalarını daha kolay avlamalarını sağlar. Bu doğanlar yiyecek
ararlarken en alışılmadık pozisyonlara girerler ve geçişi mümkün olmayan bir
ağaç deliğine ulaşabilmek için baş aşağı asılı bile durabilirler.
Martyn Bramwell, Birds, The Aerial Hunters, s.10-15
Su Çulluğu
Uzun gagalı su çulluğu bir kıyı kuşudur. Yerden
havalanırken çok süratli hareket eder ve zikzaklar çizer. Sığ bataklıklarda
bulduğu larva ve kurtçuklarla beslenir. Su çulluğunun gagası yiyecek aramak
için son derece uygun bir yapıdadır. Bu işlemi yaparken uzun gagasını toprağa
daldırıp bir dikiş makinası hızıyla bir aşağı bir yukarı hareket ettirerek
larva ve kurtçukları süratli bir şekilde toplar.
Murat Yarar, Kuşlar ve Cennetleri, s.105
Martı Gagalarındaki Farklılıklar
Martı türü kuşlarda gaganın biçimi beslenme
özelliklerine bağlı olarak türden türe değişiklik gösterir. Örneğin martıların
ve özellikle yırtıcı martıların kanca uçlu gagaları, yakalayıp koparmaya
elverişlidir. Bazı türlerin, örneğin Atlas Okyanusu kıyılarında yaşayan
denizpapağanı ile aksumru denen kuşların gagası birkaç balık taşırken, dalıp
yeniden balık avlayabilecekleri bir yapıya sahiptir. Bu takımın üyelerinin
ilginç bir özelliği de tuzlu su içebilmeleridir. Kanlarındaki iyon dengesini
böbrekleri ve gözlerinin üstündeki oyuklarda bulunan özel tuz bezleri sağlar.
Bu bezler tuzlu salgıyı burun deliklerine açılan bir kanala boşaltırlar.
Görüldüğü gibi Allah aynı türdeki kuşlar arasında yarattığı çeşitli
özelliklerle bizlere eşi benzeri olmayan yaratma sanatını tanıtmaktadır.
Ana Britannica Ans., 8. Cilt, s.12
Yarasa Kulaklı Tilkiler
Tilkiler değişik iklim koşullarında yaşayabilen
canlılardır. Allah tüm canlılar gibi onları da bulundukları ortama uygun
özelliklerle donatmıştır. Örneğin Afrika'nın yarasa kulaklı tilkisinin son
derece büyük kulakları vardır. Bu tilkiyi ilginç kılan özelliği; termitler,
gübre böcekleri ve onların larvalarıyla beslenmesidir. Yarasa kulaklı
tilkilerin kulakları, larvaların kemirme sesini bile hemen tespit
edebilecekleri kadar hassastır. Tilkilerin en küçüğü olan krem renkli Fennec
tilkisi de çok büyük kulaklara sahiptir. Bu tilkiler Afrika ve Arabistan'ın
kumlu çöllerinde yaşarlar. Geniş kulakları sadece avlarının yerini tespit
etmekle kalmaz. Aynı zamanda fazla ısınmayı önleyen bir "radyatör"
gibi işlev görerek hayvanın serin kalmasını da sağlar. Kutup tilkilerinin kulakları
ise tersine küçük ve yuvarlaktır. Hayvanın burnu da tipik tilkilerde olduğundan
daha kısadır. Kışlık bir manto gibi olan, kalın kürkleri kısa burunlu kutup tilkilerini soğuğa karşı
korur. Bu kürk sıcaklık çok fazla düşene kadar hayvanın vücut sıcaklığını
muhafaza eder.
Balıkçılların İlginç
Avlanma Yöntemleri
Balıkla beslenen ve leyleksiler olarak adlandırılan
kuşlar arasında çok ilginç avlanma yöntemlerine rastlanır. Büyük balıkçıllardan
bazıları suda uzun süre hareketsiz durup avın gelmesini bekler ve yanına bir
balık yaklaştığı anda uzun boynunu hızla ileri doğru fırlatarak hayvanı
yakalar. Bazıları ise sığ sularda hızlı hızlı yürüyerek ya da ayaklarıyla suyun
dibini karıştırarak avını arar.
Ana Britannica Ansiklopedisi, 8. Cilt, s.10
Benekli Baykuş
Göz benzeri benekleri olan baykuşun (Glaucidium
perlatum) başının arkasında belirgin gözleri bulunan taklit bir yüz bulunur.
Baykuşa özel olarak verilmiş olan bu taklit yüz, arkadan gelen düşmanları
caydırıp uzaklaştırmak içindir.
Prof. Peter JB Slater,The Encyclopedia of Animal
Behaviour, s.62
Kuğuların
Yumurtalarına Olan Düşkünlüğü
Kuğuların trumpeter türü, gelişmekte olan
yumurtalarının sıcak kalmalarını sağlamak için, yumurtaların üzerine otururlar.
Sadece zaman zaman ayağa kalkarak yumurtaları çevirirler. Böylece ısının her
yere eşit dağılmasını sağlamış olurlar. Kuşkusuz ki yumurtalarının nasıl bir
bakıma ihtiyaçları olacağını kuğulara ilham eden Allah'tır.
Nat. Geo. Society, How Animals Care for Their
Babies, sf.6
Kuşların Benzersiz
Yuvaları
Flamingolar yumurtalarını sudan uzakta tutabilmek
için volkan tipi tepeler inşa ederlerken, guguk kuşları ise yuva kurmazlar
çünkü başkalarının yuvalarını kullanırlar. Bazı papağanlar ve tropik
ağaçkakanlar termit tepelerinin yanına yuvalarını inşa ederler. Birçok tropik
muhabbet kuşuysa yuvalarını karıncaların ya da eşekarılarının yakınına
kurarlar. Küçük bal emiciler her zaman büyük örümceklerin yanına yuva kurarlar.
Avustralya'da yaşayan Rosella papağanının yuvası her zaman tırtıl ve sinek
larvası içerir. Çünkü bu canlılar yuvadaki artıklarla beslenerek yuvanın temiz
kalmasını sağlarlar.
Dr. Z. Veselovsky, Are Animals Different?, s.107
Kokarcaların Savunma
Yöntemleri
Kokarcaların savunma yöntemleri son derece
ilginçtir. Vücutlarında bulunan iki bezden düşmanın bulunduğu yöne doğru bir
sıvı püskürterek kendilerini korurlar. Kokarca bu tehlikeli sıvıyı püskürtmek
için düşmanın yüzüne doğru yönelir ve bu sıvı derinin şiddetli tahrişine, hatta
bazen de geçici körlüğe sebep olur. Sıvının dayanılamayacak kadar kötü ve
kalıcı bir kokusu vardır, ayrıca sülfür bileşikleri de içerir. Çok etkili bir
savunma yöntemi olan bu sıvı sayesinde kokarcalar düşmanlarından gizlenmeye
gerek duymazlar. Bunun yerine düşmanlara uyarı niteliğinde bir gösteri
yaparlar. Çok belirgin olan siyah-beyaz renkleri bir düşmanı alt etmek için
genellikle yeterli olur. Kokarca sadece son çare olarak kokulu spreyi ile ateş
eder. Son derece etkili ve kokarca için çok önemli olan bu savunma sistemini
yaratan hiç kuşkusuz ki Allah'tır.
Christopher O'Toole & John Stidworth, The Hunters, s. 54-55
Benekli
Kokarcanın Yeteneği
Benekli kokarcanın davetsiz misafirlerine gözdağı
vermek için kullandığı, diğer türlerde pek alışık olunmayan bir koku bırakma
yöntemi vardır. Bu kokarca türü, bir elinin üzerinde ayağa kalkar ve daha sonra
arkasında bulunan bezden kötü kokan sıvısını düşmanına doğru çok süratli bir
şekilde püskürtür.
Tonny Seddon, Animal Movement, s.39
Kanguru Fareleri
Çöl hayvanlarından olan kanguru faresinin kuyruğu
vücudundan üç kat daha uzundur. Hayvan kuyruğunu bir dümen gibi kullanarak
sıçrarken aynı zamanda yönünü değiştirebilir. Hatta havada sıçrarken 90
derecelik bir dönüş bile yapabilir.
Tonny Seddon, Animal Movement, s.27
Yayınbalıklarının
Hassas Bıyıkları
Yayınbalıklarının ağız çevrelerinde genellikle üç
çift bıyık bulunur. Gövdeleri pürüzsüz ve pulsuzdur. Yayınbalıklarının çoğu
akarsu ve göllerin dibinde çamurları karıştırıp bıyıklarının yardımıyla
buldukları solucanlarla ve başka canlılarla beslenirler. Ayrıca ölü hayvanları
da yiyerek, bu sayede suda bulunan organik maddelerin hızla ayrışmasına
yardımcı olurlar ve göllerdeki ekolojik dengeyi de sağlamış olurlar. Her şeyden
haberdar olan Allah'ın yarattığı bu denge sistemi sayesinde tüm canlılar
ihtiyaçlarına kavuşmuş olurlar. Temel Britannica Ansiklopedisi, Cilt 19, s.122
Gazellerdeki Kusursuz
Soğutma Sistemi
Soğutma sistemlerini ilk keşfedenler insanlar
değildir. Sıcakkanlı her canlı, ısı kontrolü için birçok mekanizmaya sahiptir.
Afrika'nın hızlı koşan gazeli, sık sık düşmanlarından kaçmak için koşmak
zorunda kalır. Bu sürat koşusu gazelin vücut ısısını yükseltir. Fakat gazelin
hayatta kalabilmesi için beyninin vücudundan daha serin tutulması gerekir.
Gazel beynini serin tutmak için, başının sağ
tarafında, kendine has bir soğutma sistemine sahiptir. Gazellerin ve benzer
hayvanların, soluk alma kanallarının ardında uzanan, büyük kan birikintilerinin
içerisinden yayılan yüzlerce küçük atardamar vardır. Soluklanmış hava buruna
ait bu gölcüğü soğutur, bu yüzden küçük atardamarların içerisinden geçen kan
soğumuş olur. Sonra küçük atardamarlar kanı beyne taşıyan tek bir kan damarı
içerisinde biraraya gelirler. Şayet beynin soğutulması için bu sistem olmasaydı
gazel de hayatını devam ettiremezdi.
Lawrence O. Richards, It Couldn't Just Happen s.108
Pisi Balıklarının Göçü
Pisi balıkları, yeterli miktarda yiyecek buldukları
kumlu deniz tabanlarında yaşayan yassı balıklardır. Ancak yetişkin pisi
balıkları yumurtalarını bu bölgede bırakacak olurlarsa, akıntılar savunmasız
yumurtaları güvenli yerlerinden uzağa taşıyacaktır. Bu nedenle pisi balıkları
akıntıya karşı yüzerek, suyun daha derin olduğu başka bir yere doğru göç
ederler. Bu göç sırasında 60 milyon pisi balığının yumurtlamak üzere toplandığı
tahmin edilmektedir. Güvenlikli sularda yumurtadan çıkan yavru yassı balıklar
deniz yüzeyinde kalarak bir ay kadar beslenirler ve gelişirler. Bir ayın
sonunda akıntıyla beraber sürüklenerek beslenme bölgesine geri gelirler. Bu
süre içinde yavru pisi balıkları ebeveynlerine benzeyen balıklar haline
gelmişlerdir. Onlar da büyük balıklar gibi su dibine inerler ve orada
yaşamlarını sürdürürler.
Gelişim Hayvanlar Ansiklopedisi, 21 Aralık 1981,
Cilt:4
Deniz Kuşları Petreller
Deniz kuşları çok küçük canlılar olmalarına rağmen
Allah'ın onlara verdiği özellikler sayesinde uzun bir yolculuğu büyük bir
kolaylık içinde yaparlar. Uzun kanatlı bir çeşit deniz kuşu olan fırtına
petrelleri her sene Antarktika Okyanusu'nun çorak uzak adalarında yavruladıktan
sonra ekvatorun kuzeyine doğru uçarak, Gulf Stream akıntısının başladığı
bölgeye ulaşırlar. Nisan ayının ortalarına gelindiğinde Kuzey Atlantik'teki en
uzak kıyıya ulaşırlar. Bu sırada sular da ısınmıştır. Böylece petreller bir
yandan Antarktika'nın çetin kışından kaçarken bir yandan da hem Kuzey hem Güney
yarım kürelerde yılın en sıcak zamanlarından faydalanmış olurlar. Bu, fırtına
petrellerinin, senede iki kez 16.000 km kadar uçmaları demektedir. Bunun yanı
sıra yolculuklarının büyük bir kısmında karayı görmezler. Fırtına petrelleri
okyanus yüzeyini hem dinlenme alanı hem de besin kaynağı olarak kullandıkları
için yavrulama zamanı haricinde karaya hemen hemen hiç inmezler. Okyanuslarda
bulunan bu tür küçük kuşlar, küçük fakat kuvvetli olan ayaklarını kanat ve
kürek gibi kullanarak rüzgara ve suya karşı koyarlar.
N.J.Berril, The Life of the Ocean, s.10-11
Erkek Ördeklerin Parlak Tüyleri
Erkek ördekler her zaman dişi ördeklerden daha
parlak tüylere sahiptirler. Yuvasında kuluçkaya yatmış dişiler için bu önemli
bir korumadır. Çünkü soluk renkleri sayesinde düşmanları onları göremediği için
dişiler yuvalarında daha güvenlikte olurlar. Dişilerdeki ortama uygun soluk
renkler ve kamuflaj şekilleri onları yakın mesafede bile görebilmeyi oldukça
zorlaştırır. Erkek ördekler de yuva yapan dişilerini korumak için parlak renkli
tüylerini kullanarak düşmanların dikkatini üzerlerine çekerler. Bir düşman
yuvanın yakınına geldiğinde erkek hemen havalanarak, çok fazla gürültü yapar ve
düşmanı yuvadan uzaklaştırabilmek için elinden gelen tüm çabayı sarfeder.
Zoobooks, Ağustos 1998, s.5
Becerikli Yavrular
Dağ keçilerinin yavruları doğduklarında hem
görebilir hem de işitebilirler. Ayrıca tüyleri de uzundur. Bunlar, doğar doğmaz
annesi ile hareket etmeye başlayan dağ keçisi yavruları için önemli
özelliklerdir. Çünkü keçiler doğumlarından birkaç saat sonra, annelerini takip
ederek dik yamaçlardan inmek zorundadırlar.
National Geographic Society, How Animals Care for
Their Babies, s.8
Çekirge Kuşları
Afrika'da yaşayan çekirge kuşu (sığırcık)
türlerinden biri olan bu kuşun yuvası top şeklindedir. Yuvasını genellikle
dikenli dalların arasına yapar. Düşmanlarını uzak tutmak için de yuvasının
dışına dikenler yerleştirir. Dikenleri yuvasına yerleştirmeyi akleden elbette ki
kuşun kendisi değildir. Allah, diğer bütün canlılarda olduğu gibi çekirge
kuşuna da kendisini koruyabileceği yuvalar yapmayı ilham etmektedir.
Ranger Rick, Aralık 1993, s.21
Göç Eden Kuşların
Kullandıkları Teknikler
Pek çok kuş türü her yıl iyi besin kaynaklarına,
yumurtlayacak ve yavrularını büyütebilecek uygun bölgelere ulaşabilmek için
binlerce kilometre yolculuk eder. Uzun mesafe uçuşlarını, birçok su kuşu
başarıyla gerçekleştirir. Uçarken aynı zamanda öterek ve farklı sesler
çıkararak birbirleriyle konuşurlar. Bu, ne kadar kalabalık olursa olsun,
gecenin karanlığında bile, sürünün bütün üyelerini birlikte tutabilmeyi
sağlamaktadır. Sürünün her üyesi diğerlerinin bulunduğu yerleri bilirler. Su
kuşlarının, nerede olduklarını anlamak için gökyüzündeki güneşi kullandıkları
tahmin edilmektedir. Gidecekleri yere yaklaştıklarında kullandıkları işaretler
değişir ve son kilometrelerde kendileri için tespit ettikleri bazı işaretleri
kullanabilirler. Bu sizin evinizin yolunu bulmak için caddeleri ve binaları kullanmanıza
benzer. Bu işlem için su kuşları nehirleri, dağları ve diğer doğal işaretleri
kullanırlar. Bazı su kuşları göç süresince gece-gündüz hiç durmadan
uçabilirler.
Zoobooks, Ağustos 1998, s.5
Kuşların Göç Yolları
Su kuşları göç ederken özel rotalar kullanırlar. Ki
bunlar uçuş yolları adı verilen gökyüzündeki ana yollardır. Alttaki resimde de
görüldüğü gibi, sadece Kuzey Amerika'da kuşların kullandıkları başlıca 4 tane
uçuş yolu vardır. Her su kuşunun kendine ait bir rotası vardır. Farklı su kuşu
grupları farklı rotaları kullanarak göç ederler. Bu kuşlar her sene ilkbaharda
kuzeye, sonbaharda ise güneye uçmak için aynı yolları izlemektedirler. Burada
şaşırtıcı olan bu yolların hiçbir zaman değişmemesidir. Öyle ki uçuş yollarının
bir kısmı hayret verecek şekilde çok uzun zamandır -1 milyondan fazla yıldır-
su kuşları tarafından kullanılmaktadır. Sadece kuşların göç yollarında
görüldüğü gibi bütün örnekler bizi kuşların Allah'ın ilhamıyla hareket
ettikleri gerçeğine götürür.
Zoobooks, Ağustos 1998, s.5
Dalgıç Booby Kuşları
Deniz kuşu türlerinden biri olan yüksekten-dalan
boobylerin geniş ve perdeli ayakları denizin yüzeyinde veya altında yüzmek için
özel olarak Allah tarafından yaratılmıştır. Boobyler aynı zamanda da çok iyi
birer dalgıçtırlar. Gagalarıyla balık yakalamak için denize dalarlar ve
çoğunlukla belli bir süre ortaya çıkmadan denizin altında kalarak çok uzun bir
mesafe yüzerler.
N.J.Berril, The Life of the Ocean, s.16-17
Panda ve Slothlar
Bitkilerin, kendilerine saldıran hayvanlara karşı
çok değişik savunma yöntemleri vardır. Örneğin bazı bitkiler, tembel hayvan
(sloth) ve pandalar gibi yapraklarını yiyen hayvanlara bir tepki olarak çeşitli
kimyasal maddeler üretirler. Kimyasal madde üreten bitkilerde özellikle yeni
çıkan yaprakların tadı çok kötü olur. Taze sürgünler hayvanlar için çok cazip
birer yiyecektirler. Ama bu cazibeye kapılıp da yeni çıkmış yaprakları yemeye
çalışan hayvanlar için bu kötü tad oldukça caydırıcıdır Bir bitki kendi kendine
hayvanların hoşuna gitmeyecek, onları caydıracak bir zehir üretebilir mi?
Elbette ki üretemez, bitkilere bu özellik Allah tarafından verilmiştir.
Robert. R. Halpern, Green Planet Rescue, s.13
Sekreter Kuşları
Sekreter kuşları sadece Afrika'da yaşarlar.
Ağaçlarda ve çok yükseklerde yaptıkları yuvalarını yaprak, ot ve tüylerle
döşerler ve bu malzemeleri her yıl yenilerler. Sekreter kuşları daha çok
yılanla beslenirler ve çok ilgi çekici bir yöntemle yılan avlarlar. Bir yılanla
karşılaşan sekreter kuşu gagasını kullanmadan pençeleriyle saldırır ve avını
pençe vuruşlarıyla öldürmeye çalışır. Karşılaştığı yılan zehirli bir tür ise,
sekreter kuşu, kanatları aracığılıyla onu kendisinden uzak tutar ve yılanın
zehirini boşaltması için birkaç tüyünü yılana yutturmaya çalışır. Bunu
başarırsa, yılan zehirini kuşu etkilemeyecek bir yere boşaltmış olur. Sekreter
kuşu, zehirinin büyük bölümünü boşalttığı için artık eskisi kadar tehlikeli
olmayan yılana pençeleriyle saldırır. Sekreter kuşunun pençelerinin yüzeyi çok
az damarlı olduğu için yılan ısırsa bile, kuş zarar görmez. Son derece ilginç
bir beslenme şekline sahip olan ve çok isabetli bir yöntemle yılanı alt eden
sekreter kuşlarına bütün bunlar Allah tarafından ilham edilmektedir.
Gelişim Hayvanlar Ansiklopedisi, 21 Aralık 1981,
Cilt:4, s.901
Okaliptüs Ağaçları ve
Koalalar
Bir koalanın vücudu, okaliptüs ağaçlarına
tırmanabileceği ve okaliptus yapraklarını yiyebileceği şekilde yaratılmıştır.
Gerçekten de, koalalar yaşamak için ihtiyaçları olan hemen hemen her şeyi
okaliptüs yapraklarından alırlar, çünkü vücutları bu ağaçlar ile tam bir uyum
içindedir. Örneğin okaliptüs yaprakları birçok memeli için zehirlidir, fakat
koalalar onları rahatlıkla yiyebilirler. Çünkü yapraklardaki zehirli yağları
parçalayabilecek yapıya sahip özel bir mideleri vardır. Bu yüzden bir koala her
gün yaklaşık olarak 1 kg zehirli yaprağı hiçbir problem yaşamadan yiyebilir.
Ayrıca koalalar ihtiyaçları olan suyun büyük bir kısmını da okaliptus
yapraklarını yiyerek alırlar. Yılın belli zamanlarında okaliptüs yapraklarının
üçte ikisi su taşır. Bu yüzden bir koala sadece yaprakları yiyerek, aylarca
sıvı almadan yaşayabilir. Okaliptüs ağaçlarının tepeleri oldukça rüzgarlıdır.
Bu yüzden koalaların sıcak kalabilmeleri için sırtlarında çok kalın bir
kürkleri vardır. Zehirli bir bitki ile bir hayvan arasındaki bu uyum bize
koalaların ve okaliptüslerin aynı yaratıcı tarafından yaratıldıklarını
gösterir. Yarattığı her şeyi kusursuz yapan bu yaratıcı hiç kuşkusuz ki tüm
alemlerin Rabbi olan Allah'tır.
Zoobooks, Temmuz 1998, s.5
Timsahların Yuvaları
Sürüngenlerin sadece yumurtalarını bir yere
bıraktığı ve yavruların kendi kendilerine kuluçkadan çıktıkları zannedilebilir.
Oysa bu doğru değildir. Örneğin anne timsahlar, yumurtalarından çıkmadan önceki
ve daha sonraki birkaç aylık süre boyunca yavrularına çok fazla koruma
sağlarlar. Bütün timsahlar farklı türlerde yuvalar yaparlar, fakat amaçları
aynıdır; yavrularını yumurtadan çıkana kadar güvenlikli bir yerde tutabilmek…
Timsahlar genellikle yerde derin bir oyuk açarak yuva yaparlar. Yaklaşık 50
yumurtayı dikkatli bir şekilde iki ya da üç tabakanın üzerine yerleştirirler.
Daha sonra yumurtaları sıcak tutabilmek için üzerlerini kumla örterler. Yer,
çok ısınmaya başladığında dişi timsah yuvaya su sıçratmaya ya da serinliği
sağlayabilmek için yuvanın üstüne çimen yerleştirmeye başlar. Ayrıca anne
timsah gerektiğinde yavruların yumurtaların kabuğunu kırabilmelerine yardımcı
olabilmek için dişlerini kullanır.
Zoobooks, Eylül 1995, s.12
Yavru Timsahlar
Bazı timsah türleri yuvalarını toprağın üzerine
yaparlar. Bu yuvalarda malzeme olarak kimi zaman yaprakları kimi zaman dalları,
kimi zamansa çamuru kullanırlar. Bu malzemeleri topladıktan sonra anne timsah
yaklaşık 2 m. genişliğinde, 1 m. yüksekliğinde bir yığının içerisine
yumurtalarını yerleştirir, sonra da üzerlerini kapatır. Yapraklar ve dallar
çürüdükçe yumurtaları sıcak tutabilmek için onlara yeterli ısıyı sağlar. Anne
timsahlar genellikle yumurtaları koruyabilmek için yuvanın yakınında kalırlar.
Annelerinin koruması altında olan yavru timsahların, burunlarının ucunda
yumurtalarının kabuklarını kırabilmelerine yardımcı olacak sivri uçlu dişleri
vardır. Yumurtadan çıkar çıkmaz, bu diş hemen dökülür.
Zoobooks, Eylül 1995, s.13
Uzun Kuyruklu Koatiler
Allah hem bildiğimiz hem de bilmediğimiz canlılara
verdiği özelliklerle bizlere Kendisini tanıtır. Alışık olmadığımız canlılardan
olan ‘koati'ler, uzun kuyrukları olan rakun benzeri canlılardır. Bu akıllı
hayvanlar Amerika'nın güneybatısında, Meksika'da, Orta ve Güney Amerika'da
yaşamaktadırlar. Koatiler zamanlarını genellikle ağaçlarda geçirirler.
Dişilerden oluşan koati grupları ağaçlarda yaptıkları yuvalarda birlikte
yaşarlar ve yavrularını yetiştirebilmek için birbirlerine yardım ederler.
Koatiler'de erkekler yalnız yaşarlar. İlginç bir vücut yapıları olan koatiler
tırmanırken dengelerini sağlamalarına yarayan ve çubuğa benzeyen uzun
kuyruklara sahiptirler. Bundan başka orman içinde hareket ederlerken
birbirleriyle iletişimlerini sağlayacak yüksek perdeli sesler çıkarırlar.
Christopher O'Toole&John Stidworthy, Mammals, The Hunters, s.42-43
Böceklerin Güçlü
Kanatları
Bütün böceklerin kanatlarında damarları vardır. Bir
böcek yetişkinliğe ulaştığında kan taşımaya başlar. Fakat daha sonra damarlar
sertleşir ve bu damarlar böceğin kanatlarını da bir uçurtmanın çerçevesi gibi
sertleştirir. Pek çok böcek kanatlarını inanılmayacak kadar hızlı çırpar. İnsan
gözünün böcek kanatlarındaki hareketin hızını takip etmesi imkansızdır. Örneğin
yabanarıları, balarıları ve sinekler kanatlarını bir göz açıp kapama kadar kısa
bir süre olan "bir saniye"de yaklaşık olarak 200 kere çırparlar.
Sivrisineklerse bir saniyede 1000 kere kanat çırparlar. Eğer kanatlardaki bu
damarlar olmasaydı böceklerin kanatları parçalara ayrılarak kopabilirdi.
Görüldüğü gibi böcek kanatlarında son derece özel ve benzersiz bir tasarım ve
akıl vardır. Bu aklın sahibi de hiç kuşkusuz her şeyi en ince detayına kadar
planlayan Allah'tır .
Ranger Rick, Eylül 1997, s.8
Mürekkep Balıklarının
Kamuflajı
Mürekkep balığı korkutulduğunda kollarını kullanarak
tamamen kumun altına gömülene kadar vücudunun üzerine kum atar. Tehlike geçene
kadar da orada kalır.
Ranger Rick, Eylül 1997, s.24
Hermit Yengeçlerinin Savunma Taktikleri
Birçok okyanus yaratığı, okyanus ortamındaki
ekolojik dengenin bozulmamasında ve temizliğinin sağlanmasında önemli bir rol
oynar. Hermit yengeçleri, deniz salatalıkları, tüylü yıldızlar, temizlikçi
karidesler gibi bazı hayvanlar, denizdeki kaynakları yeniden işleyip kullanılır
hale getirirler. Bu canlılardan Hermit yengeçleri, birçok yengeçten farklı
özelliklere sahiptirler. Örneğin kendilerini düşmanlarından koruyabilecekleri
sert kabukları yoktur. Bunun yerine boş bir deniz kabuğundan koruyucu bir örtü
oluştururlar. Daha önce bir deniz salyangozunun evi olan bu kabuğun, yengece
uyumlu olabilmesi için dikkatli bir şekilde seçilmesi gerekir. Yengeç büyüdükçe
ihtiyaç duyduğu kabuğun boyutu da büyüyecektir. Bu yüzden yengeç kendi kabuğu
büyümeden önce yeni bir kabuk arayışına başlar. Yenisini bulduğunda hızlı bir
şekilde eski kabuğundan yenisine geçer. Başka hiçbir savunması olmayan bir
yengecin başka bir kabuk kullanarak kendisini korumayı akletmesi imkansızdır,
böyle bir şeyi yengeç başkasından da öğrenmiş olamaz. Yeryüzündeki diğer bütün
canlılar gibi Hermit yengeçleri de yaratmada hiçbir ortağı olmayan Allah
tarafından yaratılmışlardır.
The Cousteau Society, Dolphin Log, Kasım1990, s.4
Kuş Yuvaları
Farklı türlerde kuşlar, farklı yuvalar kurarlar.
Dokumacı kuşlar ve uzun kuyruklu baştankaralar aşağı doğru asılı duran özenle
hazırlanmış yuvalara sahiplerdir. Fakat kumru-güvercinlerin yuvaları birkaç
daldan oluşan bir platformdan ibarettir. Bazı türler ise yuvalarını çiçeklerle
dekore ederler, yılan derisi veya yeşil yapraklar atarak süslerler. Bir kısmı
da karanlık yarıklarda yuvalar kurarlar.
Dr. Z. Veselovsky, Are Animals Different?, s.106
İskele Kuşları (Yalıçapkınları)
Doğadaki canlılarda çok büyük bir çeşitlilik
hakimdir. Alemlerin Rabbi olan Allah, yaratma sanatındaki benzersizliği bize bu
çeşitlilikle göstermektedir. Örneğin iskele kuşlarının farklı türlerinin, kendi
avlanma biçimlerine uygun gaga yapıları vardır. En garip görünümlü türlerden
biri Yeni Gine'nin kürek-gagalı iskele kuşudur. Toprağı kazarak solucanları
bulabilmesi için, kazma gibi kullandığı kısa, geniş, koni şekilli gagalara
sahiptir. Balık avcıları olan iskele kuşlarında ise uzun, sivri, hançer
şekilli, yanlardan yassı görünümü olan gagalar vardır. Böceklerle,
sürüngenlerle, yengeçlerle ve diğer avlarla beslenen türler ise genellikle
geniş, yukarıdan aşağı doğru düzleşen gagalara sahiplerdir. İskele kuşları
genellikle nehir kıyısındaki ağaç tüneklerinden avlanırlar. Çeşitli küçük
balıkları alırlar ve onları yemek üzere tüneğine taşırlar. Birçok balığı hiç
bekletmeden hemen yutarlar fakat dikenli olanları -dikenli balık (stickleback)
gibileri- önce dala çarparlar. Çünkü bu balıkların bükülmeyen diken ve
yüzgeçleri sadece öldüklerinde düzleşir.
Martyn Bramwell, Birds, The Aerial Hunters, s.36-37
Dikenli Karınca Yiyen
Dikenli karınca yiyen (Tachyglossus aculeatus),
birkaç dakika içinde sadece korunmalı sırtı açıkta kalacak şekilde kendini
kumun altına gömebilir.
Dr. Z. Veselovsky, Are Animals Different?, s.35
Yarasa Şahini Gagası
Yarasa şahininin gagası çok ilginç bir şekilde
kancalı ve sivri bir yapıya sahiptir. Gaganın bu yapısı salyangozları
kabuklarından çekip çıkarmak için kullanılabilecek en mükemmel alettir.
Martyn Bramwell, Birds, The Aerial Hunters, s.10-15
Balık Yumurtaları
Bazı balıkların son derece ilginç yumurtaları ve
bazılarının da yumurtalarını son derece ilginç koruma şekilleri vardır. Örneğin
vatoz balıklarının yumurtalarının her biri keratin bir kapsül içindedir. Bu
kapsüllerin rengi siyahtır ve her köşesinde boynuz biçimli birer çıkıntı
vardır. Siyam balıkları ise çıkardıkları yapışkan sümüksü maddenin içine hava
üfleyerek, su yüzeyinde kabarcıklardan oluşan sallar yaparlar. Dişinin
yumurtladığı yumurtayı erkek yakalar, ağzındaki sümüksü maddeyle kaplar ve
suyun üstüne doğru yüzerek yumurtayı salın altına yerleştirir.
Dr. Maurice Burton, Balıklar, s.28
Kürekçekenler
Allah aynı canlı türünde bile çok çeşitli detaylar
yaratarak, yaratmasındaki örneksiz sanatını bizlere gösterir. Örneğin yarım
kanatlılar olarak adlandırılan böceklerin denizlerde ve tatlı suda yaşayan
türleri vardır. Bu böceklerin bazılarını kaplayan ince tüyler gövdelerinin
çevresinde ince bir hava katmanı tutmaya yarar. Böceklerin özellikle uzun ve
kıllı olan bacaklarında oluşan katman bu canlıların su yüzeyinde hızla
dolaşmalarını sağlar. Yine yarım kanatlılardan olan kahverengi su akrepleri
(Ranatra cinsi) kuyruklarının yakınındaki bir soluk borusunu periskop gibi
kullanırlar ve bunu suyun yüzeyine çıkararak solunum yaparlar. İnce uzun
gövdeleri suda sürüklenen dal parçasını andırır. Kürekçi böceklerse (Corixidae
familyası) bacak çiftlerinden birini kürek olarak kullanır. Bu bacak çifti
öbürlerinden daha uzun ve kıllıdır. Suyun yüzeyinden ayrılırken soluyacağı
havayı kanatlarının altında taşır. Bazı kürekçi böcek türleri yarım kanatlıların
en iri üyeleri arasında yer alır.
Temel Britannica Ansiklopedisi, Cilt 19, s.108
Denizşakayıkları
Denizşakayıkları denizgülleri olarak da bilinir.
Silindir biçimindeki gövdeleri bazı türlerde kalın ve kısa, bazılarında ise
ince ve uzundur. Gövdelerinin üst ucunda bulunan ağızları, genellikle renkli
çiçek yapraklarını andıran dokunaçlarla çevrilidir. Denizşakayıkları bu
dokunaçlarındaki yakıcı kapsüllerle avladıkları balık ve öbür deniz
hayvanlarıyla ya da mikroorganizmalarla beslenirler. Genellikle sarı, yeşil ve
mavi renklere sahip olan denizşakayıkları, gövdelerinin alt ucundaki ayak
diskleriyle kaya, iskele kazığı, deniz kabuğu ya da bir yengecin sırtı gibi
sert yüzeylere bağlanarak yaşarlar. Genellikle de çok az hareket ederler. Fazla
hareket kabiliyeti olmayan bu canlıların kendilerini korumak için özel bir
savunma sistemine ihtiyaçları vardır. Çünkü denizşakayıklarının koruyucu dış
iskeletleri yoktur. Bunun yerine şakayıklar gövdelerini dıştan olduğu gibi
saracak boynuzsu bir madde salgılayarak, bu yapışkan maddeyle kum tanelerini ya
da deniz kabuğu parçalarını birleştirerek kendilerine koruyucu bir kılıf
yapabilirler. Görüldüğü gibi Allah her canlı için çok farklı güzellikler
yaratmıştır. Allah'ın eşsiz yaratmasının örnekleri görebilenler için her yerde
sergilenmektedir.
Ana Britannica Ansiklopedisi, 10. Cilt, s.30
Yavru Koalalar
Yavru koalalar bir aylık olduklarında sadece sütle
değil aynı zamanda annelerinden aldıkları yarı sindirilmiş okaliptüs yaprağıyla
da beslenirler. En ilginç olanı bu tür bir beslenmenin sadece iki-üç günde bir
gerçekleşmesi ve akşam üstleri olmasıdır; diğer zamanlarda annenin sindirim
sistemi normal şekilde çalışır. Yavru koalanın annesinin hazırladığı yiyeceğe
ulaşması için kafasını sadece keseden çıkarması yeterli olacaktır.
Dr. Z. Veselovsky, Are Animals Different?, s.133
Su İçmeyen Hayvanlar
Pek çok hayvan genellikle yemek yedikleri zaman bir
şeyler içerler, fakat hiç su içmeyen birtakım hayvanlar da vardır. Bu canlılar
ihtiyaçları olan suyun tamamını yiyeceklerinden alırlar. Örneğin çöl tarla
kuşları, alakargalar, Avustralya'nın Aborijin dilinde "su-içmeyen"
anlamına gelen koalalar bu canlılardan en bilinenleridir. Su temin etmekte
zorluk çeken hayvanlar çöllerde veya ağaç tepelerinde yaşayan hayvanlardır. Bu
hayvanlar su buldukları zamanlarda çok fazla miktarlarda su içerler.
Dr. Z. Veselovsky, Are Animals Different?, s.175
Kafur Böcekleri
Kafur böcekleri (Camphor böceği) suyun üzerinde çok
büyük bir hızla hareket ederek adeta kayak yaparlar. Bu böcekler vücutlarının
arka bölümlerinde veya karın bölgelerinde bir sıvı üretirler. Bu, böceğin
arkasındaki suyun yüzey gerilimini azaltan özel bir sıvıdır. Önünde bulunan
yüzeyi güçlü bir şekilde ittiğinde böcek ileriye doğru sürüklenir. Böceğin
vücudu sanki küçük bir motorun desteğiyle yönetilerek hızla hareket etmesini
sağlamaktadır. Hatta böcek karnını bir taraftan diğer bir tarafa hareket
ettirerek rotasını da istediği gibi ayarlayabilmektedir.
Tonny Seddon, Animal Movement, s.23
Yılanların Duyması
İnsanların duyduğu seslerin tümü dış kulaklar
tarafından alınır. Sesler, önce orta, daha sonra iç kulak yoluyla titreşimler
göndererek kulak zarını titretirler. Bizler bu sayede duyarız. Yılanların
başlarının dışında özel bir kulak bölümleri yoktur. Fakat iç kısımlarında kulak
bölümleri vardır. Sesler yılanın vücuduna kaslardan geçerek gelir. En sonunda
ise çenelerindeki kemiklere gider. Bu kemikler içteki kulak bölümlerine
bitişiktir. Yılanların duyması bu sayede gerçekleşir.
Ranger Rick, Şubat 1996, s.45
Kuşların Yuvaları
Kuşların yuva yaparken kullandıkları malzemeler
büyük farklılıklar gösterir. Çimler ve dallar kuşların en çok kullandıkları
malzemelerdir. Güney Amerika'nın fırıncı kuşu yuva yaparken çamur kullanır.
Soldaki resimde görülen Güneydoğu Asya'nın kırlangıçları kendi salyalarından
oluşturdukları maddelerle yuvalarının temelini oluştururlar. Yuva mekanları da
çeşitlilik gösterir. Kartallar yuvalarını ağaçların tepelerinde kurarken sağda
resmi görülen büyük-ibikli grebe kuşunun yuvası ise yüzen bir saldan oluşur.
Dr. Z. Veselovsky, Are Animals Different?, s.106-107
Arı Yiyici Kuşlar
Yaklaşık 40 gram ağırlığında olan kuşlar için büyük
tropik bir arının iğnesi ölümcül olabilir. Oysa bazı kuşlar arı yiyerek
beslenirler. Arı-yiyiciler arının zehirli etkisinin üstesinden iki yolla
gelirler. Öncelikle arının kuvvetli iğnesine karşı belli bir yere kadar
bağışıklıkları vardır. İkinci olarak da kuşlar tehlikeli türlerle tehlikesiz
olanlar arasındaki farkı ayırt edebilirler ve aslında arıların sokan türleriyle
çok nadiren uğraşırlar. Bir arıyı yakalayan kuş, öncelikle böceği gagasının
ucunda silkeler, sıkıca tutacak şekilde kendini ayarlar ve sonra da dala doğru
böceği sertçe çarptırarak bayıltır. Daha sonra arının vücudunun arka kısmını
pürüzlü ağaç kabuğuna sürter bu işlem keskin iğneyi ve ona bağlı zehirli
keseleri koparıp atar. Bütün bu işlemlerden sonra kuş arının zehirinin yok
olduğuna kanaati gelince arıyı olduğu gibi yutar. Bir kuşun arının zehirini
nasıl etkisiz hale getireceğini kendi kendine bulmuş olması mümkün müdür? Peki
ya bu zehire karşı bağışıklık kazanmasını sağlayacak maddeyi vücudunda kendi
kendine oluşturması mümkün müdür? Bunları bir kuşun bilmesine imkan yoktur.
Kuşun arıyı avlamasındaki planın üstün bir aklın ürünü olduğu kesin bir
gerçektir. Kuşa bütün bunlar Rahman ve Rahim olan Allah tarafından ilham
edilmektedir.
Martyn Bramwell, Birds, The Aerial Hunters, s.38-39
Tehlikeli Süngerler
Antarktika okyanusunun derinliklerinde yaşayan
birçok omurgasız hayvan yiyeceklerini, suda bulunan besinleri süzerek elde
ederler. Bu canlılardan süngerler Antarktika denizlerinde yaşayan, en büyük
canlı grubudur. Süngerlerin de renkli denizyıldızları ve denizhıyarları gibi
düşmanları vardır. Fakat süngerler çeşitlerine göre kendilerini düşmanlarından
koruyacak çok değişik özelliklere sahiptirler. Dikenli süngerler, koruma olarak
karşı tarafın cesaretini kıran, uzun dikenlere sahiptirler. Tehlikeyle
karşılaştıklarında hemen dikenlerini ortaya çıkarırlar. Kırmızı, yeşil
süngerler ve kaktüs süngerleri ise denizyıldızlarını ve diğer hayvanları
caydıracak kimyasal bir sıvı salgılarlar.
Int. Wildlife, Kasım-Aralık 1997, No.6, s.6
Kürek Burunlu Kertenkele
Çöllerde yaşayan kürek burunlu kertenkele kuyruğunu
ve ayaklarını serinletmek için sıcak kumun üzerinde dans eder gibi hareket
eder. Sonra kuyruğundan destek alarak çapraz bir şekilde bir ön ayağını, bir
arka ayağını havaya kaldırır. Birkaç saniye sonra ayaklar değişir. Kertenkele,
aerodinamik biçimli burnu ve vücudu sayesinde kum tepeciklerinin içinde adeta
yüzebilir. Büyük ayakları kumların arasında çok hızlı bir şekilde koşmasına
olanak sağlar. Allah bu canlıyı benzersiz bir yöntemle sıcaktan korumaktadır.
Int. Wildlife, Kasım-Aralık 1997, No.6, s.53
Dişi Acı Balıkla
Dişi acı balıkta (Rhodeus) üreme mevsiminde uzun bir
yumurtlama borusu oluşur. Daha sonra bu boruyu kullanarak yumurtalarını tatlı
su midyelerinin içine bırakır. Dişinin yumurtaları midyeye yerleştirmesinden
sonra gelen erkek balık da spermlerini akıtır. Midyede güvenlik içinde döllenen
yumurtalardan çıkan yavru balıklar büyüdükten sonra midyenin içinden çıkarlar.
Bu arada midyenin larvaları da yavru Rhodeus'ların derilerine tutunarak başka
bir yere taşınırlar. Allah'ın özel olarak yarattığı bu birliktelik sayesinde
her iki canlı da ihtiyaçlarını karşılamış olurlar.
Dr. Maurice Burton, Balıklar, s.29
Vatozlar
Vatozlar, okyanus dibini temizleyen balıklardandır.
Yüzgeçleri olmayan bu balıkların derilerinin üstü ince bir zımpara, altı ise
ıslak bir kadife gibidir. Vatozların savunma mekanizmaları kuyruklarının ucunda
bulunan dikenlerdir. Rahatsız edildiğinde vatoz düşmanını sokar. Bu sırada
dikenlerindeki zehir serbest kalır. Son derece etkili olan bu zehir canlılar
için öldürücü olabilir.
Ranger Rick, Aralık 1990
Temizlikçi Karidesler
Temizlikçi karideslerin görevi, okyanustaki
balıkları temizlemektir. Birçok temizlikçi karides çeşidi vardır. Resimde
görülen karidesin kırmızı ve beyaz çizgileri bir deniz feneri gibi hareket
ederek, temizlenmeye ihtiyacı olan balığın karidesi bulmasına yardımcı olur.
İki uzun beyaz anteni olan karides balığın üzerine yerleşir yerleşmez balık,
sabırla derisinin ya da yarasının üzerindeki parazitlerin yenmesini bekler.
Temizlikçi karides, rahatsızlık verici parazitleri almak için balığın ağzının
içine bile girebilir. Bu temizlik ekibi balığın tamamen temizlendiğinden emin
olana kadar görevini sürdürür.
Ranger Rick, Aralık 1990, s.5
Yüzme Kesesi Olmayan
Balıklar
Balıkların suda rahat hareket etmelerini sağlayan
pek çok sistemleri vardır. Balıklar suda batmadan durmak istediklerinde yüzme
keselerini şişirirler. Cankurtaran yeleğine benzetilebilecek olan bu yapı bütün
balıklarda bulunmaz. Örneğin derin deniz balıkları ve orkinos gibi iri
balıklardaki yağlı et, onları batmaktan korur. Bu yüzden yağ kesesine
ihtiyaçları yoktur. Köpek balıklarınınsa oldukça yağlı bir karaciğerleri
vardır. Bu da suda sabit durmak istediklerinde köpek balıkları için yeterli bir
donanımdır. Bunlardan başka pisi balığı gibi deniz dibinde yaşayan balıklar
suda durmaya gerek duymazlar. Bu yüzden pisi balıklarında da yüzme kesesi
yoktur. Bu örneklerde de görüldüğü gibi Allah bütün canlıları en uygun
sistemlerle yaratmıştır.
Dr. Maurice Burton, Balıklar, s.22
Bower Kuşlarının Süslü Yuvaları
Bower kuşları yuvalarını süslemeleri ile tanınırlar.
Avustralya'nın büyük gri bower kuşunun (Chlamydera nuchalis) çalı içinde
yaptığı yuva, 300-400 salyangoz kabuğuyla, yaklaşık 5000 bin beyaz taş, cam ve
kemik parçasıyla bezenmiştir. Resimde görülen bower kuşu ise yuvasını mavi
renkli eşyalarla süsler. Bowerlarda erkekler bütün güçlerini dekorasyona
harcarken, dişi de yuvanın kurulması ve yavrunun yetiştirilmesi ile ilgilenir.
Dr. Z. Veselovsky, Are Animals Different?, s.113
Termitler
Termitler yüksekliği 7 metreye ulaşan yuvalar yaparlar.
Yuvanın duvarlarında herhangi bir sebeple delik açıldığında hemen yuva içinde
alarm verilir. Yuva içerisindeki nöbetçiler başlarını duvarlara vurarak tehlike
uyarısıyla durumu koloninin bütün üyelerine bildirirler. Bunun üzerine kanatlı
termitler yuvanın daha güvenli bölgelerine çekilirler. Kral ve kraliçenin
bulunduğu odanın girişleri de hızla örülen duvarlarla kapatılır. Yıkılan kesim
hemen asker termitler tarafından sarılır. Onları duvar malzemesi taşıyan
işçiler izler. Birkaç saat içinde yıkılmış olan bölümün üzeri bir yığınla
kapatılır. Sonra içerideki bölmelerin inşaatı başlar. Görüldüğü gibi termitler
arasında kusursuz bir haberleşme vardır. Burada unutulmaması gereken çok önemli
bir nokta vardır. Bütün bu düzeni kuran, gökdelenler inşa eden, güvenlik
önlemleri alan termitler kör canlılardır. Nöbetçilerin uyarılarının bütün
termit kolonisi tarafından algılanması, işlerin düzenlenip karışıklık çıkmadan
yürütülmesi, kuşkusuz ki kör termitlerin kendi kendilerine sağladıkları bir
düzen sonucunda oluşmaz. Önlerini dahi görmeyen termitler arasındaki bu
kusursuz haberleşmeyi sağlayan, yuvada yaşayan milyonlarca termit içinde, her
bireyin kendine düşen görevi yapmasını sağlayan hiç kuşkusuz ki her şeyden
haberdar olan Allah'tır.
Bilim ve Teknik Dergisi Ocak 1986, s.10
Sürüngenlerin Gözleri
Sürüngenlerin en önemli duyusu görmedir. Bazı
sürüngenlerde göze ek olarak birtakım özel organlar bulunur. Örneğin kum
kertenkelesinin alt gözkapağı saydamdır ve kertenkelenin gözlerini kumdan
korur. Burun delikleri de kuma gömülürken korunmak için yukarıya doğru
dönüktür. Yalnızca gece avlanan geckoların gözbebekleri büyüktür, gündüzleri
gözbebeği parlak ışıktan korunmak için çizgi şeklini alır. Bundan başka
yılanlarda gözkapağı yokmuş gibi gözükür. Aslında yılanların gözkapakları
vardır, fakat hareketsizdir ve gözleri saydam bir tabaka ile örtülüdür. Bazı
yılan türlerinin de başlarının iki yanında ısıya duyarlı çukurlar vardır.
Bunlarla diğer hayvanları hiç görmeden bile kolaylıkla hissedebilirler.
Dr. Maurice Burton, Sürüngenler , s.18-19
Su Örümcekleri
Su örümcekleri mecbur kalmadıkça sudan çıkmazlar.
Sadece şiddetli yağmurlarda su yüzeyinde kırılmalar meydana geldiği zaman
geçici olarak kıyıya sığınırlar. Su örümceklerinin ayaklarının ucunda suyu itme
özelliğine sahip, balmumuna bulanmış kıllardan oluşan kadifemsi sık bir örgü
vardır. Örümceğin ayağının, balmumunu eriten etere batırılmasıyla yapılan bir
deneyde, örümceğin su üzerinde yürüme yeteneğini yitirdiği görülmüştür. Su
örümceğinin yürüyüşü son derece ustacadır. Daha kısa olan ön ayakları,
özellikle avını yakalamaya yarar. Orta ayaklar hareketi sağlar, arka ayaklarsa
dümen vazifesini görür. Su örümceği, bir sıçrayışta bir metre kadar ileriye
fırlayabilir. Hatta göz açıp kapayıncaya kadar, bir ayağını öne, diğer ayağını
arkaya atarak geri dönüş yapabilir. Suya düşen böceklerin yarattıkları dalgalar
su örümceği tarafından hemen algılanır. Suda oluşan en ufak bir titreşim
örümceği harekete geçirmeye yeter. Su örümcekleri suya batmalarını engelleyecek
ayakları, sudaki titreşimleri algılayan duyu organları ile Allah tarafından
kusursuz bir biçimde yaratılmışlardır.
Bilim ve Teknik Dergisi, Mart 1986, s.21
Ağustos Böceklerinin
Sesi
Bir ağustos böceği (Cicadella viridis), türdeşleri
gibi çok gürültücü bir böcektir. Gövdesinin arka kısmında hava kesecikleri
üzerine yerleşmiş sağlı sollu iki plak vardır. Ağustos böceği, taş kadar
sertleşmiş bu plakları çalarak o çok iyi bilinen sesini çıkarır. Plak, bağlı
olduğu kas tarafından çekilip bırakılınca, boş bir teneke kutunun çıkardığı
sese benzer bir ses oluşur. Böceğin yaptığı bu çekme-bırakma işlemi saniyede
500 kez tekrarlanır. Göğüs kalkanının karın tarafında bulunan uzantının açılıp
kapanmasıyla ses yükselir veya alçalır. İnsan kulağı, saniyenin onda birinden
daha kısa süreli açılıp kapanmaları, yani ses kesiklerini fark edemediği için
ağustos böceğinin cızırtısı bize sürekli devam ediyormuş gibi gelir.
Bilim ve Teknik Dergisi, Ocak 1986, s.10
Karabataklar
Birkaç yüz kuştan oluşan karabatak sürüleri,
göllerde, toplu olarak balık avlarlar. Bir karabatak sürüsünün tamamı sırayla
kıyıya doğru yüzerken, kuşlar bir yandan da birbiri ardınca dalış yaparlar. Bu
dalışlardan korkan balıklar da bu sayede daha kolay avlanacakları sığ sulara
itilmiş olurlar. Çok kalabalık olan karabatak sürüleri aynı anda hangi yöntemi
kullanarak başarılı olacaklarını ve nasıl hareket etmeleri gerektiğini sadece
ve sadece Allah'ın ilhamı sayesinde bilmektedirler.
Dr. Z. Veselovsky, Are Animals Different?, s.116
Döner Böcekle
Döner böcekler kınkanatlı böceklerdendirler.
Yeryüzünün hemen her yerine dağılmış olan bu böcekler genellikle durgun su
birikintilerinin ve göllerin yüzeyinde daireler çizerek ya da fırıldak gibi
dönerek toplu halde yaşarlar. Saldırıya uğradıklarında hızla suya dalarak suyun
altında yüzebilirler. İki çift bileşik gözünden bir çifti suyun üstünde, diğeri
ise suyun altında kalabilir. Bu da böceğin aynı anda her iki ortamı da
görmesini sağlar. Döner böceklerin dişileri silindir biçimindeki yumurtalarını
su altı bitkilerinin üstüne paralel sıralar halinde bırakırlar. Uzun, dar
gövdeli larvaların yalnızca üç çift bacağı vardır, ama karın bölgelerinin her
birinden uzanan saçaklı solungaçlarıyla görünümleri kırkayağa benzer. Karnının
sol bölümündeki kancalarla suda yüzen besinleri yakalayabilen larva, pupa
evresinde sudan çıkar ve yine bu kancaların yardımıyla kıyıdaki bitkilere baş
aşağı asılarak toz ve tükürük salgısıyla kendine koruyucu bir kılıf yapar.
Ayrıca döner böcekler tehlike karşısında kendilerini savunmak için pis kokulu
ve sütümsü bir sıvı da salgılarlar.
Ana Britannica Ansiklopedisi, 10. Cilt, s.347
Mayıs Böcekleri
Mayıs böceği (Melolantha melolantha) toprağın 80 cm.
derinliğinde bulunan kozasından Ekim ayında çıkar, fakat ertesi yılın Mayıs
ayına kadar kozaya yattığı yerde kalır. Burada bulunduğu sürece yatışı ya
dünyanın manyetik kutupları yönünde Kuzey-Güney ya da Doğu-Batı
doğrultusundadır. Mayıs böceği, bu süre içinde laboratuvara getirilip, yatış
yönü değiştirilse bile uyanır ve sözü edilen biçimde yönünü değiştirir.
Bilim ve Teknik Dergisi Ocak 1986, s.11
Bal Kılavuzları
Bal kılavuzları (Indicator indicator) Asya ve
Afrika'da yaşayan kuşlardır. Bu kuşlar, bal porsuğu denen bir porsuk türünün ya
da insanların tepesinde döne döne uçup şakıyarak, onları arı yuvalarının
bulunduğu yere doğru götürürler. Kuşların çağrısını anlayarak peşlerine düşen
bal avcıları kovanı kırıp içindeki balı alınca da petekte kalan balmumunu ve
arı larvalarını yerler. Diğer canlıların balmumu gibi bir maddeyi öğütmeleri
imkansızdır. Oysa bal kılavuzlarının mideleri bu işi başaracak bir yapıda
yaratılmıştır. Bal kılavuzlarının bağırsaklarında balmumunun sindirilmesine
yardımcı olan özel bakteriler vardır. İşte bu bakteriler sayesinde bütün
omurgalılar arasında, balmumuyla beslenen tek canlı bal kılavuzlarıdır.
Temel Britannica Ansiklopedisi, Cilt 3, s.8
Balkuşları
Balkuşları adı verilen bu kuş türü daha çok
Avustralya ve Yeni Zelanda'da yaşar. Çiçeklerden balözü emerek ve çiçeklerin
arasında buldukları küçük böcekleri yiyerek beslenirler. Çiçeklerden kolaylıkla
balözü alabilecek bir gaga yapısına sahiptirler. Balkuşları, ince uzun ve
hafifçe aşağıya doğru kıvrık olan gagalarını çiçeklerin içine daldırır ve
ucunda fırça gibi sert kıllar bulunan çatallı dilleriyle balözlerini toplarlar.
Bu kuşların en ilginç türlerinden biri de siyah-beyaz tüylü kanatları, altın
sarısı çizgilerle bezenmiş olan kırçıl balkuşudur(Grantiella picta). Özellikle
ökseotunun meyvelerine çok düşkün olan bu kuş, bitkinin ince sürgünlerini
örümcek ağıyla ve ökseotu meyvelerinin yapışkan salgısıyla birbirine tutturarak
yaprakların arasında asılı duran bir yuva yapar. Yuva o kadar ince dokuludur
ki, alttan bakıldığında kuşun pembe renkli yumurtaları kolaylıkla görülebilir.
Temel Britannica Ansiklopedisi, Cilt 3, s.9
Dalgıç Kuşları
Dalgıç kuşları bir tehlike sezdikleri anda suyu hiç
dalgalandırmadan hemen suya dalarlar ve ancak tehlikeli bölgeden iyice
uzaklaştıktan sonra su yüzüne çıkarlar. Ayrıca kendilerinin yanısıra
kanatlarını sıkıca kapayarak yavrularıyla birlikte de suyun altına
dalabilirler. Dalgıç kuşlarının eşlerini çiftleşmeye çağırmak için yaptıkları
çok ilginç bir gösterileri vardır. Kopmuş kamış ve ot parçalarından yaptıkları
yuvaları su bitkilerinin arasında yüzer. Dişi kuş bu yuvaya 3 ile 5 arasında
yumurta bırakır. Dalgıç kuşları yumurtaların üzerinde sırayla kuluçkaya
yatarlar. Yuvadan ayrılacakları zaman yuvanın üzerini otlarla örterek
gizledikleri için, yumurtaların beyaz kabukları bir süre sonra kararır.
Bulundukları ortamla çok iyi bir uyum sağlayarak görünmez hale gelirler.
Temel Britannica Ansiklopedisi, Cilt 3, s.70
Avurdu Keseli Fareler
Avurdu keseli fareler sincaba benzeyen küçük
hayvanlardır. Yanaklarından omuzlarına kadar inen küçük astarlı iki dış çene
keseleri vardır. Fareler bu keselerde yiyecek taşırlar, temizlemek gerektiğinde
de içini dışına çıkararak çevirip temizlerler. Avurdu keseli fare yuva yaparken
toprağı güçlü ön pençeleriyle kazar. Kıvrık kesici dişlerini sert toprak ve
taşları yerinden oynatmak için kullanır. Kesici dişleri sürekli olarak büyüdüğü
için aşınan yüzeyler hemen yenilenir.
C.B.P.C. Publishing Ltd, Hayvanlar Ansiklopedisi,
s.175
Kırmızı Kanatlı Kara
Kuşlar
Kuşların dişilerini etkilemek için kullandıkları
birçok değişik yöntem vardır. Erkekler özellikle renkli ve desenli tüylerini,
seslerini ya da danslarını kullanarak dişilerin dikkatini çekmeye çalışırlar.
Örneğin kırmızı kanatlı karakuşların çok ilginç bir kur yapma yöntemleri
vardır. Erkek kırmızı kanatlı karakuş önce dişilerin yakınlarındaki bir kütüğün
üzerine tüner, daha sonra hem öterek hem de omuzunun üzerindeki kırmızı deseni
hızlı hızlı hareket ettirerek dişileri etkilemeye çalışır.
Robert. R. Halpern, Green Planet Rescue, s.19
Su Deposu Çöl Kurbağaları
Avustralya'da yaşayan çöl kurbağaları adeta bir su
deposu gibidirler. Bu yüzden su taşıyıcı kurbağalar olarak da adlandırılırlar.
Vücutlarında bulunan keseleri yağmur yağdığında suyla doldururlar. Daha sonra
kuma gömülür ve gelecek olan yağmurları beklemeye başlarlar. Diğer çöl
hayvanları susadıkları zaman bu kurbağaları bulurlar, kumdan çıkararak
kurbağadaki suyu içerler.
Dr. Maurice Burton-Robert Burton, Sürüngenler ve
Kurbağalar, s.48
Milkweed Bitkisi ve
Tırtıllar
Bazı bitkilerin öldürücü zehirleri vardır. Kuzey
Amerika'da yaşayan milkweed bitkisi, herhangi bir şekilde zarar görürse hemen
sütlü bir sıvı akıtır. Bitkinin yara almış bölgesinden sıvı akarken, bir yandan
da o bölgede katılaşma meydana gelir ve böylece bitki kendi kendini tedavi
eder. Ayrıca bu sıvı acı ve keskin bir tada sahip olduğundan bitkiyi genel
olarak da koruyacaktır. Çünkü bitki, hayvanların yiyemeyeceği kadar zehirlidir.
İnekler, geyikler ve atlar milkweed'in yapraklarını daha yemeden bırakırlar.
Fakat bazı böcekler yaprakları yemenin bir yolunu bulmuşlardır. Bu böcekler
hemen yaprağın orta damarını keserler. Zarar gören bölgeye doğru akan lateks
(bitki sütü) zararsız bir şekilde yere damlar ve böcek kesiğin diğer
tarafındaki zehiri boşalmış olan yaprak dokularını yer. Bazı tırtıl türleri ise
bu şekilde yalnızca yaprak damarlarını kesmekle kalmazlar aynı zamanda yaprağın
altındaki dairesel çukuru da oyarlar ve burada bulunan koruyucu sıvıyla
beslenirler. Tırtılın gösterdiği bu akıl onu ve diğer tüm canlıları yaratan Allah'a
aittir.
David Attenborough, The Trials of Life, s.56
Palolo Solucanlarının
Üremeleri
Palolo solucanlarının milyarlarcası Batı Pasifik'te,
Fiji ve Samoa resiflerinde bir arada yaşar. Güçlü alt çenesiyle mercanların
sert iskeletlerinin içinde delikler kazar ve buralarda bulduğu küçük polipleri
yer. Mercanlarda kazdığı tünellerin içinde güvenlik içinde yaşar ve çok nadiren
ortaya çıkar. Boyu 30 cm kadar olan bu canlının vücudu yer solucanlarında
olduğu gibi bölümlere ayrılmıştır ve her bir bölümde yaşaması için gerekli olan
bir organ grubu bulunur. Paloloların cinsiyet bezleri vücutlarının arka
yarısındaki bölümlerde bulunur. Bunun çok önemli bir nedeni vardır. Yavrulama
zamanı geldiğinde solucan vücudunun arka kısmını, yaşadığı tünelin dışına
çıkartır ve kopartır. Daha sonra kopan kısım yüzeye doğru kıvrılır ve üreme
hücrelerini oraya bırakır. Yetişkin kurt bu şekilde kendini riske atmadan,
kazdığı yuvasının içinde kalarak yumurtlamış olur. Fakat bu tekniğin başarısı
iyi bir zamanlamaya bağlıdır. Kurtların çaprazlama döllenmeyi başarmaları için
hepsinin birden, aynı zamanda arka bölümlerinden parça koparmaları gerekir. Ve
bütün kurtlar bunu yaparlar. Her sene Ekim ve Kasım aylarında sadece belirli
günlerde ve gün ağarırken bütün kurtlar aynı anda yumurtlarlar. Bundan başka
birbirlerinden kilometrelerce uzakta bulunan başka palolo kurtları da yine bu
dönemlerde yumurtlarlar. Çok basit bir vücut yapısına sahip olan palolo
kurtlarının bu işlemi aynı anda başlatmaları elbette ki tesadüfen
gerçekleşecebilecek bir olay değildir. Palolo kurtları da yeryüzündeki tüm
canlılar gibi Allah'ın ilhamıyla hareket etmektedirler.
David Attenborough, The Trials of Life, s.285
Dayanıklı Foklar
Deniz suyu özellikle derinlerde çok serindir. Soğuk
sularda yaşayan canlılardan olan foklar bu nedenle derilerinin altında kalın
bir yağ tabakasına sahiptirler. Bu tabaka fokların vücut ısısının çok çabuk
kaybolmasını önlemeye yarar. Fokların ilginç özelliklerinden başka bir tanesi
de dişi fokların bilinen en zengin, en besleyici sütü üretmeleridir. Bu süt
zorlu koşullarda yetişen yavruların çok süratli büyümelerini sağlar.
Christopher O'Toole & John Stidworthy, Mammals,
The Hunters, s.80-81
Monarkların Bağışıklık
Sistemi
Milkweedler son derece zehirli bitkilerdir. Pekçok
hayvan için öldürücü olmasına rağmen Monark kelebeklerinin tırtılları çok
şaşırtıcı bir şekilde, hiçbir önlem almadan zehirli Milkweed bitkisiyle
beslenirler. Çünkü tırtılların Milkweed'in zehirine karşı bağışıklıkları
vardır. Diğer birçok hayvan Milkweed'den kaçınarak uzak durduğu halde Monark
kelebekleri yaprakların tümünü yiyebilirler. Ayrıca bu zehiri bir savunma aracı
olarak da kullanırlar. Monark tırtılları diğerlerinden farklı olarak çok parlak
renklere sahiptirler. Bu, düşmanları için bir uyarıdır ve onlara tırtılların
yenemeyecek özelliklerde olduklarını gösterir. Tırtıllar kelebeklere
dönüştüklerinde de bu zehir molekülleri değişmeden ve çok güçlü bir şekilde
vücutlarında kalır. Bu da Monarklara çok iyi bir savunma sağlar.
David Attenborough, The Trials of Life, s.58
Hanımeli Bitkisinin Üreme Yöntemi
Hanımeli bitkisinin (Lonicera caprifolium)
eflatunumsu ya da pembemsi beyaz çiçekleri özellikle gece kelebeklerini çekmek
için akşam saatlerinde açılır. Çünkü ince ve uzun boyunlu bir huni biçiminde
olan çiçeklerin balözü her böceğin kolay kolay ulaşamayacağı kadar derindedir.
Bu yüzden tozlaşmasını yalnızca uzun dilli bazı gece kelebeklerine borçlu olan
bu çiçeklerin geniş ağızlarındaki iki dudak gündüzleri kapalı durur. Ama
akşamları çiçekler açılınca alt dudak aşağıya doğru sarkar ve ortadaki erkek
organların açığa çıkmasını sağlar. Böylece çiçeklerin çekici kokusuna kapılarak
huninin dibindeki kesecikten tatlı balözünü emmeye gelen gece kelebekleri,
çiçeklerin üzerinde uçuşurken erkek organların başçıklarına sürtünürler.
Buradan aldıkları çiçek tozlarını dişi organın tepeciğindeki yapışkan sıvıya
bulaştırmalarıyla birlikte döllenme gerçekleşir. Görüldüğü gibi bitkinin
üremesi ile gece kelebeklerinin beslenmesi arasında kusursuz bir uyum vardır.
Temel Britannica Ansiklopedisi, 8. Cilt, s.25
Hercai Menekşeler
Hercai menekşelerin hepsi eşit büyüklükte olmayan ve
her birinde genellikle iki ayrı renk bulunan, beş tane kadifemsi taç yaprakları
vardır. Taç yapraklarının arkasında, balözü içeren birer uzantı ya da mahmuz
bulunur. Çiçeğe gelen arılar bu tatlı sıvıya ulaşabilmek için daha büyük olan
en alttaki taç yaprağa konarlar. Böylece arılar balözünü emerken çiçeğin erkek
organlarında bulunan çiçek tozları da arıların tüylerine yapışıp kalır. Arıya
yapışmış olan çiçek tozlarının aynı çiçekteki dişi organın tepeciğine
bulaşmasını önlemek üzere tepeciğin üzeri koruyucu bir kapakla örtülüdür. Ama
arılar bir çiçekten uçup başka bir hercai menekşe çiçeğine konduklarında,
balözü emebilmek için bu kapakçığı hortumlarıyla açarlar ve bir önceki çiçekten
getirdikleri çiçek tozlarının bir bölümünü dişi organın tepeciğine bırakırlar.
Böylece çiçekler döllenerek meyveye dönüşürler. Meyve olgunlaştığında
çatlayarak kayık biçiminde üç parçaya ayrılır ve içindeki tohumları çevreye
saçar. Görüldüğü gibi arılar sayesinde gerçekleşen bu döllenme işlemindeki tüm
detaylarda bir tasarım vardır. Bu tasarımı ortaya çıkartan akıl ise elbette ki
arının ya da çiçeğin kendisine ait değildir. Bu aklın sahibi alemlerin Rabbi
olan Allah'tır.
Temel Britannica Ansiklopedisi, 8. Cilt, s.25
Sinek Kuşları
Sinek kuşları diğer kuşlardan farklı bir şekilde,
havada sabit durarak beslenirler. Bu yüzden özellikle Heliconia gibi
çiçeklerden nektar almayı tercih ederler. Heliconialar asılı gibi duran ve yüzü
dışa doğru dönük çiçeklerdir ve dış yüzeyleri yapışkan bir maddeyle
kaplanmıştır. Bu yapışkan madde yüzünden çiçeğin üzerinde yürüyemeyen
karıncalar, arılar ve başka böcekler Heliconialar'ın nektarlarına ulaşmayı
başaramazlar. Bu yüzden Heliconialarla sadece sinekkuşları ilgilenir.
Robert, R. Halpern, Green Planet Rescue, s.24
İnşaat Uzmanı Termitler
Doğadaki hayvanlar, yaptıkları işlerde gösterdikleri
akıl ile çoğu zaman insanları hayrete düşürürler. Kimi zaman ilginç beslenme şekilleri
kullanırlar, kimi zaman bir alet kullanarak çalışırlar, kimi zaman da mimari
projeler çizerek akıl almaz yuvalar yaparlar. Termitlerin de en bilinen
özellikleri kuşkusuz ki yaptıkları inanılmaz yuvalardır. Her termit türü
bulunduğu ortamın koşullarına uygun yuvalar yapar. Örneğin diğer bütün
termitlerin aksine yağmurlu bölgelerde yaşayan bazı termitler, özel çıkıntılı
çatısı olan mantar benzeri tepeciklerden oluşan yuvalar inşa ederler. Bu
çatıların fonksiyonu şiddetli yağmurlarda tepeciklerin duvarlarına zarar
gelmesini engellemektir. Suyun çok büyük bir bölümü bu çatının çıkıntısının
kenarından kayar ve tepeciklerin duvarları bu sayede ıslanmaz bile.
ZooBooks, Animal Wonders, s.15
Kılıç Kırlangıcı
Kılıç kırlangıçları hayatlarının büyük bir kısmını
havada geçirirler. Hatta uçarken bile uyuyabilirler. Kılıç kırlangıcının
aerodinamik (havada kolay hareket etmesini sağlayan) vücut yapısı onun en hızlı
hayvanlardan biri olmasını sağlamaktadır. Öyle ki bu kırlangıç türü saatte 150
kilometrelik bir hıza ulaşabilmektedir.
Tonny Seddon, Animal Movement, s.52
İğne Yapraklı Ağaçlar
Çam, ladin gibi iğne yapraklı ağaçların çoğunda
yapraklar ezildiği zaman keskin ve hoş bir koku yayılır. Bu kokunun kaynağı,
bitkinin gövdesinde, dallarında, yapraklarında ve kozalaklarında oluşan
yapışkan bir maddedir. Reçine denen bu madde bitkinin zararlı böceklerden,
mantar ve öbür asalaklardan korunmasını sağlar. Çünkü kokusu bize hoş gelen
reçinenin yapısında, gerçekte ağaca zarar verebilecek tüm bu canlıları
öldürebilecek kadar güçlü zehirli maddeler vardır.
Temel Britannica Ansiklopedisi, 8. Cilt, s.294
Fırkateyn Kuşlarının
Islanmayan Tüyleri
Erkeklerin dişilerini cezbetmek için kullandıkları
kırmızı boyunları ile tanınan Fırkateyn kuşları (frigatebirds) çıkardıkları bir
tıslama sesiyle birlikte denize doğru atılırlar ve tüylerini ıslatmadan kancalı
gagalarıyla avlarını yakalarlar. Bu kuşların tüylerinde yağ olmadığı için suya
girip çıktıklarında tüylerinin kuru kalması zorunludur. Aksi takdirde ıslak
tüyleri onları bir anda suya batıracaktır ve bir daha da sudan çıkmaları mümkün
olmayacaktır. Bundan başka fırkateyn kuşlarının kancalı gagaları, bir deniz
anasını ya da karidesi su yüzeyinden kapmak için kullanabileceği mükemmel bir
alettir.
N.J.Berril, The Life of the Ocean, s.13-16
Kurbağaların Perde
Ayakları
Allah yarattığı canlılara çoğu zaman çok ilginç
özellikler verir. Alışılmadık hareketler yapan bu canlılardan bir tanesi de
Borneo ve Sumatra'nın balta girmemiş ormanlarında yaşayan ilginç bir kurbağa
türüdür. Zayıf bacakları ve parmaklarının arasında perde olan bu küçük ağaç
kurbağasının en önemli özelliği, perdeli ayaklarını kullanarak süzülerek
uçabilmesidir. Ağaçların üstünden uçarken, inişini yavaşlatmak istediğinde
ayaklarını 4 adet paraşüt gibi kullanır. Ayak parmakları arasındaki ağları
genişleterek, vücut yüzeyini neredeyse iki katına çıkartır. Uçan kurbağalar bir
ağacın üzerine inmeden önce 12 metre kadar havada süzülebilmektedirler. Hatta,
bacaklarını hareket ettirerek ve perde ayaklarının şeklini değiştirerek
yönlerini de ayarlayabilmektedirler.
Tonny Seddon, Animal Movement, Nature Watch Series,
s.49
İbrik Otu Bitkisi
Böcekçil bitkilerden ibrik otları hemen hemen bütün
tropik bölgelerde yetişirler. Bu bitkilerde diğer etçil bitkilerde olduğu gibi
hareketli bir kapan düzeneği yoktur. Bunlar avlarının kendi ayaklarıyla gelip
tuzağa düşmesini beklerler. İbrik otunun yaprak uçları üstte birleşerek, karnı
ve ağzı geniş, ortadaki boyun bölümü dar olan ibrik biçiminde bir yapı
oluşturur. Uzunluğu türe bağlı olarak 3.5 ila 50 cm. arasında değişen bu
ibriğin içinde 1 litreye kadar sıvı birikebilir. İbriğin ağzı içeriye doğru
kıvrık, üstü de kaygan bir maddeyle kaplıdır. Bazı türlerde bu ibriğin üstünde
yine yapraktan bir kapak bulunur. Genellikle parlak yeşil üstüne, kırmızı
benekli olan ibriğin canlı renkleri ve içindeki balözünün kokusu böcekler için
çok çekicidir. Buna aldanan böcekler ibriğin dudak kısmına konar ve kaygan
yüzeyde tutunamayarak içindeki sıvıya düşüp boğulur. Bitki de bu sıvının yardığımıyla
böceğin kendisine yarayan bölümlerini sindirir.
Temel Britannica Ansiklopedisi, Cilt 4, s.8
Cadı Makiler
Endonezya ve Filipinler'deki ormanlarda yaşayan ve
Cadı Maki olarak adlandırılan maymun türü ağaçlarda çok hızlı hareket etmesiyle
bilinen bir canlıdır. Bu küçük maymunlar dik ağaçlara hızla tırmanabilen ve
büyük bir sıçrayışla ağaçtan ağaca atlayan çok çevik hayvanlardır. Parmak
uçlarındaki vantuz gibi emici yastıkçıklar dallara sıkıca tutunmalarını, uzun
ve püsküllü kuyrukları ise daldan dala sıçrarken dengelerini yitirmemelerini
sağlar. CadıMaki ağaçlarda yaşamasını kolaylaştıran bu özelliklerinden başka,
iyi bir avcı olmasını sağlayan başka özelliklerle de donatılmıştır. Örneğin top
gibi yusyuvarlak olan başını 180 derece döndürebilir, Cadı Makiler gece
hayvanlarıdır. Bu yüzden son derece büyük gözlere sahiptirler. Başlarının geniş
dönme açısı ve keskin görüşlü gözleri sayesinde karanlıkta kolaylıkla
avlanırlar. Allah her canlıyı bulunduğu ortama uygun özelliklerle donatmıştır.
Cadı Makiler de gece karanlığında ormanda rahat hareket edecek özellikler ile
birlikte Allah tarafından yaratılmışlardır.
John Mac Kinnon, The World's Wild Places, Borneo,
s.78-79
Balta
Balıkları
Balta balığı alışılmamış bir balıktır, çünkü
uçabilmektedir. Bu balık tıpkı bir kuş gibi derin bir göğüs kafesine sahiptir.
Güçlü kaslarının bulunduğu bölgede, kanat gibi çırpabileceği yüzgeçleri vardır.
Bu özellikleri sayesinde suyun hemen üzerinde oldukça uzun mesafeleri aşarak
uçabilmektedir.
Tonny Seddon, Animal Movement, s.53
Deniz Ördekleri
Deniz ördekleri karayı hiç görmeden aylar boyunca
denizde kalabilirler. Diğer tüm kuşlardan farklı gaga yapılarına sahip olan
penguenler gibi, bir deniz ördeği de içtiği sudaki ve yediği besinlerdeki tuzu
atabilmek için özel bezlere sahiptir. Sıvı halindeki tuz ördeğin gagasından
boşalır ve bu şekilde vücuttaki fazla tuz atılmış olur.
Zoobooks, Ağustos 1998, s.14
Isırgan Otlarının
Tehlikeli Kesecikleri
Isırganotu denen otsu bitkilerin yapraklarının üst
yüzeyinde pek sert olmayan ince tüyler ve her tüyün dibinde yakıcı bir sıvı
içeren küçük kesecikler bulunur. Bu kesecikler bitkinin savunma mekanizmasıdır.
Bitkiye bir canlı dokunduğu anda bu tüylerin keskin uçları o canlının derisini
deler ve keseciklerde bulunan yakıcı sıvı deliklerden içeriye sızarak deriyi
kızartır, kaşıntı ve ağrıya neden olur.
Temel Britannica Ansiklopedisi, 8. Cilt, s.239
Geckoların Vantuz
Ayakları
Çoğu zaman bir insan için yapılması imkansız olan
işleri hayvanlar büyük bir başarıyla yaparlar. Örneğin bazı hayvanlar
bulundukları yerde çok sağlam bir şekilde tutunabilecekleri özelliklere
sahiptirler. Örneğin bir geckonun ayakları, tırmandığı yüzeyin 100 milyondan
fazla noktasıyla aynı anda temas etmesini sağlar. Gecko'ların yüzeye
tutunmaları o denli güçlüdür ki, camın üzerindeki bir gecko'yu yerinden
kımıldatmak imkansızdır. Bu yönde yapılacak herhangi bir girişim, Gecko'nun
yerinden koparılamamasına ve camın kırılmasına sebep olacaktır. Bu konudaki
başka bir örnek olan ağaç kurbağalarının da ön ve arka parmaklarının her
birinde emme yastıkları bulunur. Bu yastıklar özel kaslar tarafından hareket
ettirilmektedir. Ayrıca yastıkların yüzeyi, kurbağanın uzun süre yaprakların
altında tutunmasını sağlayacak zamk gibi bir madde de üretmektedir.
Tonny Seddon, Animal Movement, Nature Watch Series,
s.46
Orkidelerin Tuzağı
Coryanthes orkideleri, döllenmek için özel olarak
hazırlanmış karmaşık bir üreme sistemine sahiptirler. Arıları tuzağa düşüren
kompleks bir kapanla polenleşmeyi gerçekleştirirler. Resimde görülen orkidenin
dikey kenarlı odacıklarında bir sıvı vardır. Bu sıvı, böcekleri etkileyen ve
onları uyutan bir maddedir. Bu yüzden çiçeğin yakınında dolaşan arılar
kaçınılmaz bir şekilde içine düşerler. Çiçeğin içine düşen böcek için tek bir
çıkış yolu vardır. Dar bir yokuş şeklinde bir doku olan ve seviyesi böceğin
düştüğü sıvının yüzeyiyle aynı olan bu tek çıkış yolunu bulana dek böcekler bu
sıvının içinde yüzerler. Çıkış yolunu bulmaya çalışırken arı polenlerin
bulunduğu stigmanın (tepecik) ve erkeklik organının altından geçer. Bu sırada
çiçeğin iki polen kesesi böceğin arka kısmına yapışır. Bu arada böcek dışarı
çıkış yolunda ilerler ve sonunda çiçekten dışarı çıkar. Arı uçar, fakat
genellikle aynı tecrübeyi başka bir çiçek üzerinde aynı tuzağa düşerek tekrar
yaşar. Arı yeni çiçeğe gittiğinde çiçeğin tepeciği polenleri erkeğin sırtından
alır ve bu şekilde döllenme başlar.
Linda Gamlin ang Gail Vines, The Evolution of Life,
s.63
Boynuzlu Köpek
Balıkları
Boynuzlu köpek balıkları, Pasifik ve Hint
Okyanusları'nın dip bölgelerindeki kumluklarda yaşarlar. Bu köpek balığı
türünün kıvrımlı bir burnu, sivri uçlu omurgaları ve tuhaf görünüşlü yüzleri
vardır. Yavru boynuzlu köpek balıkları yumurtadan çıkmadan önce, spiral
şeklindeki bir yumurta kesesinin içerisinde gelişimlerini yaklaşık 9 ay kadar
sürdürürler. Boynuzlu köpek balıkları yumurtalarının bulunduğu 1.5 cm
uzunluğundaki spiral keselerini akıntıya kapılıp sürüklenmemeleri için bir alg
yatağı ya da kayalıklardaki yarıklara yerleştirirler. Yumurtadan çıkan yavrular
kendilerini yüzgeçlerinde bulunan dikenlerini kullanarak korurlar.
The Cousteau
Society, Dolphin Log, Temmuz 1992, s.12
Yelyutan Kuşları
Yelyutanlar (sağanlar) kırlangıçlara çok benzeyen
kuşlardır. Adlarını, hızla uçarken gagalarını sonuna kadar açmalarından alan
yel yutanların bu davranışlarının amacı hemen hemen tek besin kaynakları olan
havadaki böcekleri yakalamaktır. Saatlerce uçabilen ve saatte 100 kilometrelik
bir hıza ulaşabilen yelyutanların bacakları dallara tüneyemeyecekleri kadar
küçük ve zayıftır. Yere indiklerinde yeniden havalanmakta büyük güçlük
çektiklerinden kayaların yan yüzlerine ya da duvarlara tutunarak dinlenirler.
Yelyutanların yuvası, yapışkan tükürükleriyle birbirlerine tutturdukları dal
parçalarından, otlardan ya da tüylerden oluşur. Hurma yel yutanı (Cypsiurus
parvus) hurma ya da başka palmiye ağaçlarının yaprağında tüylerden düz bir yuva
hazırlar; yumurtalarını da bu yastıkçığa yapıştırır. Yuva yaprakta dikine ve
bazen başaşağı duruyor bile olabilir. Güneydoğu Asya ve Güney Pasifik
Adaları'nda yaşayan Callocalia cinsinin üyeleriyse mağaralara rafı andıran
küçük yuvalar yaparlar. Yine Callocalia cinsinin üyeleri çıkardıkları sesin
yankısını değerlendirerek mağara içinde ya da dışında uçuş güvenliklerini
sağlayabilirler. Bilindiği kadarıyla bu özelliği taşıyan başka bir kuş yoktur.
Benzer özellik yarasa ve yunuslarda da görülür. Yelyutanların sonar işlevi
gören sesleri kısa patlamalar halinde çıkar ve insan kulağının da duyabileceği
bu seslerin frekansı 1.500-5.500 hertz arasında değişir.
Temel Britannica Ansiklopedisi, Cilt 19, s.140
Gelincikler
Gelincikler çok hızlı hareket eden canlılardır.
Hareketleri o kadar atik ve akıcıdır ki, gelinciğin bulunduğu alanı dikkatle
gözleyen bir kimse bile gelinciğin hareket ettiğini güçlükle fark edecektir.
Gelincik hızla yol kenarındaki çalılara dalar ve yiyecek bir şey olması
ihtimaliyle her deliğe, her yarığa kafasını sokarak yolunda ilerler. Bu grubun
hepsi yırtıcı hayvanlardır. Öyle ki kendilerinden büyük, tek başına dolaşan
hayvanları dahi kolaylıkla öldürebilirler. Gelinciklerin bazı türleri kış
ayları için postlarını değiştirirler. Kuzey Amerika'daki Least gelinciğinin ve
Kuzey Avrupa'da yaygın olarak bulunan Avrupalı Gelinciğin tüylerinin rengi kışın
beyaza döner. Bazı diğer Asya türleri de daha açık renk bir posta bürünürler.
Koyu tüyleriyle karda kolay bir av olabilecek gelincikler Allah'ın onlara
verdiği bu özellik sayesinde kışın güven içinde hareket ederler.
Christopher O'Toole & John Stidworthy, Mammals,
The Hunters, s.46-49
Yağmurcun Kuşlarının
Özellikleri
Pek çok canlı, yaşadığı ortamla hemen hemen aynı
renkte olacak şekilde yaratılmıştır. Bu renk uyumu onlar için mükemmel bir
korunma sağlar. Kamuflaj yapan canlılardan bir tanesi olan yağmurcun kuşlarının
tüylerinin rengi hatta desenleri bile çevrelerine son derece uygundur.
Yağmurcunlar çok hızlı uçarlar ve ıslığa benzer melodik bir ötüşleri vardır.
Tehlikeyi sezdiklerinde ıslık sesi çıkararak hemen sürüdeki diğer kuşları da
uyarırlar. Genellikle yerdeki bir oyuğa yuva yapan yağmurcunlarda hem erkek,
hem de dişi kuluçkaya yatar. Yumurtadan çıkan yavrulara dişi ve erkek kuş
birlikte bakarlar. Bundan başka bazı yağmurcun türleri uzak yerlere göç
ederler. Örneğin Amerika altın yağmurcunları (Pluvialis dominica) göç sırasında
Kuzey Kutup Bölgesi'nden Arjantin ve Avustralya'ya kadar gidebilirler.
Temel Britannica Ansiklopedisi, Cilt 19, s.69
Dalgıç Pelikanlar
Beyaz pelikanlar (Pelecanus onocrotalus), gruplar
halinde balık tutarlar. Genellikle hep birlikte suyun içindeki balık sürüsünün
etrafını kuşatırlar. Bu şekilde toplu bir hareketle balıkların kaçmalarını
engellemiş olurlar.
Prof. Peter JB Slater,The Encyclopedia of Animal
Behaviour, s.130
Allamanda Çiçekleri
Canlılar arasındaki uyum Allah'ın sonsuz gücünü ve
üstün aklını kanıtlayan delillerden sadece bir tanesidir. Bu uyum çiçeklerle
böcekler arasında olduğu gibi çoğu zaman çok şaşırtıcı şekillerde ortaya çıkar.
Çiçeklerin nektarları genellikle boyuncuk denen organlarının dip kısımlarında bulunur.
Bu organın boyu ise çiçeklere göre değişiklik gösterir. Boyuncuğun çok uzun
olduğu bazı çiçeklerin döllenmek için özel ağız yapısı olan böceklere
ihtiyaçları vardır. Örneğin Allamanda çiçeklerinin nektarını ancak boyuncuğun
dibine ulaşmayı başarabilen uzun dilli böcekler ya da arılar toplayabilir.
Özellikle uzun dilli arılar Allamanda çiçeklerinin sürekli
ziyaretçilerindendir.
Robert, R. Halpern, Green Planet Rescue, s.23
Gölcük Kayakçısı
Su üstünde yürümek insanlar için imkansızdır. Oysa
pek çok canlı Allah'ın onlara verdiği özel vücut yapıları sayesinde bu işi
rahatlıkla başarmaktadır. Örneğin gölcük kayakçısı uzun, ince bacaklarını
yayarak suyun üzerinde yürür. Her bir ayağı suyu iterken, yüzeyde küçük bir
çukur oluşur. Bu şekilde oldukça geniş bir alana vücut ağırlığını yaymış olur.
Yapılan gözlemler ve incelemeler sonucunda gölcük kayakçısının ayaklarının su
yüzeyi tabakasını kırmadığı anlaşılmıştır. Gölcük kayakçısı bu sayede diğer canlılardan farklı olarak su
üstünde yürümeyi başarabilmektedir.
Tonny Seddon, Animal Movement, s.23
Su Samurlarının Tüyleri
Su samurlarının vücutlarının alt kısmını sıkı sıkı
saran bir kürkleri vardır. Bu post suyu itmeye yarar ve ıslandıktan kısa bir
süre sonra da kurur. Vücutları çok esnek olan su samurlarının kuyrukları
kalındır ve kuyruk başlangıç noktasında kaslı, aşağısında ise (bazı türlerinde
de yukarısında) düzdür. Kuyruğun bu özelliği su samurunun yüzmesinde yardımcı
olur. Su samurlarının pek çok türünün perde ayakları vardır. Bütün bunlar
samurların usta birer yüzücü olmalarını sağlar. Bir su canlısı olan samurların
bütün özellikleri suda rahat hareket edecekleri şekilde yaratılmıştır.
Postlarının kolay
kuruması,
kuyruğunun özel yapısı, perde ayakları hepsi samurlara Allah tarafından
verilmiş özelliklerdir.
Christopher O'Toole & John Stidworthy, Mammals,
The Hunters, s.56-57
Taklit Yapan Orkideler
Orkidelerin değişik döllenme yöntemleri vardır. Bu
çiçeklerin bir türü erkek arıların, dişileri etkileyebilecekleri kimyasal bir
madde üretir. Yağlı olan bu kimyasal maddeyi kolay toplayabilmeleri için erkek
arıların ön bacaklarında fırça şeklinde tüyler vardır. Topladıkları maddeyi
arka bacaklarında bulunan keseciklerde depo ederler. Sonra, dişi arı aramak
için çıktıklarında bu kimyasal maddeyi salıverirler. Bazı orkideler ise tam
olarak dişi arı görünümünde yetişirler. Böylece diğer çiçeklerden polen
toplamış olan erkek arılar bunlarla çiftleşmek için geldiklerinde, başka bir
çiçeğe polenleri bulaştırmış olurlar. Bazı orkidelerse nektar üretemez sadece nektar
kokusu üretirler. Bu kokuya aldanan arılara nektar vermedikleri halde, onları
kandırmış ve polenlerini taşıttırmış olurlar. Bir bitkinin hiç tanımadığı
türdeki bir canlıya kendini benzeterek tıpatıp aynısını taklit edebilmesi,
karşı cinsi etkileyecek kimyasallar üretmesi hiç kuşkusuz ki bu canlıların aklı
sonucunda gerçekleşen olaylar değildir. Bu canlılar da yeryüzündeki diğer tüm
canlılar gibi Allah tarafından yaratılmışlardır.
Robert, R. Halpern, Green Planet Rescue, s.25
Perde Ayaklı Flamingolar
Gösterişli renkleriyle ve uzun boyunlarıyla dikkat
çeken flamingolar aynı zamanda iyi birer yüzücüdürler. Flamingoların perde
ayakları yüzmelerini kolaylaştırır. Bu perde ayakların yassı ve geniş bir
yapıda olması flamingoların yumuşak çamur üzerinde bile batmadan kolaylıkla
yürüyebilmelerini sağlar. Ayrıca parmakları arasındaki ağlar, flamingonun suyu
itebilmesi için geniş bir yüzey alanı sağlamaktadır. Görüldüğü gibi flamingolar
uçabilmeleri için gerekli olan her detayla birlikte Allah tarafından
yaratılmışlardır.
Tonny Seddon, Animal Movement, s.40
Sırtlanların Gücü
Sırtlanların vücutlarına çarpık bir görünüm veren
eğimli sırtları vardır. Boyun ve omuz kasları çok güçlüdür; bu sırtlanların
kendilerinden çok daha büyük hayvanları bile kolaylıkla yere devirmelerini
sağlar. Genellikle karanlıkta avlanan sırtlanlar çok iyi bir gece görüşüne
sahiplerdir. Birkaç kilometreyi saatte yaklaşık 40 kilometre hızla
koşabilirler. Sırtlanlar kendilerinden daha büyük ve daha kuvvetli hayvanları
yakalamak için sayısı 10 ila 20 arasında değişen gruplar halinde avlanırlar.
Eğer
çok fazla yiyecek varsa hayvanın yenmeyen kısımlarını sürükleyerek, bunları
daha sonra yemek üzere su çukurlarında saklarlar.
Christopher O'Toole & John Stidworthy, Mammals,
The Hunters, s.64-65
Et Sineklerin Hassas
Alıcıları
Gök sinekleri ya da et sinekleri (blowflies),
ayaklarındaki ince tüyleri, kondukları yerin kimyasal özelliklerini algılamak
için kullanırlar. Bu tüyler sayesinde sinekler yiyecek bulurlar.
Prof. Peter JB Slater,The Encyclopedia of Animal
Behaviour, s.15
Yuva Yapma Ustası
Kuşlar
Arı yiyici kuşların arıları ve diğer böcekleri
havada tutup yakalayabilecek kadar etkili gagaları vardır. Bunun yanı sıra
kuşun gagası taşları kazabilecek kadar da güçlüdür. Arı yiyici kuş yuvasını bir
kum taşı uçurumunun ön kısmına ya da bir nehrin kıyısındaki sert çamurlara
gagasıyla sürekli olarak vurup oyuklar açarak yapar. Yaklaşık olarak 1 m
uzunluğunda dar bir tünel açana kadar büyük bir ustalıkla kazısına devam eder.
David Attenborough, The Trials of Life, sf.137
Anne Pandaların Özenli
Bakımı
Anne pandalar yavrularına çok iyi bir bakım
sağlarlar. Yavru pandaların özel bir korumaya ihtiyaçları vardır çünkü
doğduklarında tam anlamıyla yardıma muhtaç durumdadırlar. Düşmanlar yavru bir
pandaya saldırdıklarında annesi güçlü çenesiyle düşmanını ısırarak yavrusunu
korumaya çalışır. Oysa anne pandanın güçlü çenesi yavrusunu tuttuğunda oldukça
nazik olabilmektedir. Hatta pandalar yavrularını bir yerden başka bir yere
taşırken boyunlarından tutarak bir kedi gibi kavrayabilirler.
Zoobooks, Temmuz 1998, s.11
Tembel Hayvanlar: Slothlar
Tembel hayvanlar, (sloth) Orta ve Güney Amerika'nın
yağmur ormanlarında yaşayan canlılardır. Tüm memeliler arasında en yavaş
hareket eden hayvanlar olarak bilinirler. Bir anne tembel hayvanın yavrusuna
doğru acele ederek ilerlerken bile, 1 saatte sadece 4 metre kadar hareket
ettiği hesaplanmıştır. Tembel hayvanların uzun parmaklı elleri ve ayakları
vardır ve parmakları bir tür elastiki maddeyle kaplıdır. Keskin pençeleri
sayesinde dalların üzerinde tersine doğru asılı bir şekilde
uyumayı
bile başarmaktadırlar. Her şeyden haberdar olan Allah, yeryüzündeki tüm
canlılar gibi tembel hayvanları da kendilerine en gerekli olan özelliklerle
birlikte kusursuz bir şekilde yaratmıştır.
Seddon, Animal Movement, s.47
Sıvacı Kuşları
Sıvacı kuşları kuyruklarından destek almadan, ağaç
gövdelerinde başları aşağı gelecek biçimde hareket etmeleriyle tanınırlar. Bu
işlemi yaparken sadece ayaklarını ve güçlü tırnaklarını kullanarak ağaca sıkıca
tutunurlar. Yerde çok ender olarak görülen sıvacı kuşlarının başka bir
özellikleri de meşe palamutlarını kırmak için ağaç gövdelerini kullanmalarıdır.
Buldukları meşe palamudunu ağaç gövdesindeki uygun bir yarığa yerleştiren
sıvacı kuşları sert kabuğu kırmak için, gövdelerinin tüm gücünü çekiç gibi
kullandıkları gagalarında toplarlar. Bu işlemin kuşun kendisine zarar vermesi
gerekirken böyle olmaz, çünkü Allah bu canlıyı da yaptığı işe uygun
mekanizmalarla birlikte yaratmıştır.
Temel Britannica Ansiklopedisi, Cilt 15, s.185
Soytarı Cırcır Böceği
Çöllerde yaşam koşulları oldukça çetindir. Buna
rağmen çölde yaşayan pek çok canlı yaşamlarını hiç zorlanmadan sürdürürler.
Çünkü Allah bu canlıları çöl koşullarına uygun özelliklerle yaratmıştır.
Soytarı cırcır böceği Afrika'daki Namib Çölü'nde yaşayan çöl canlılarından
biridir. Bu cırcır böceği türünün en önemli özelliği sıcak kumların üzerinde
hareket etmesini kolaylaştıran çiçek şeklindeki ayaklara sahip olmasıdır.
Tonny Seddon, Animal Movement, s.41
Usta Avcılar: Su
Miğferleri
Su miğferleri (Utricularia) dünyanın her yanındaki
bataklıklarda, durgun ve yavaş akıntılı sularda görülen yüzücü bitkilerdir.
Gövde saplarının üstünde yaklaşık 6 mm. çapında küçük keseler vardır. Bu
keselerin girişinde yalnız içeriye doğru açılan birer kapakçık bulunur. Yüzücü
böcekler bu keselerin ağzındaki incecik tüylere dokunduğunda kapakçık hemen
açılır. Böylece, suda yüzen böcekler tıpkı elektrik süpürgesinin tozları emdiği
gibi suyla birlikte kesenin içine çekilirler. Hemen arkasından kesenin kapağı
kapanır. Yarım saat kadar sonra kapan yeniden hazır duruma gelir. Kapağın
kapanma hareketi o kadar hızlıdır ki, bilim adamları çok uzun bir süre bu
kapanın nasıl çalıştığını anlayamamışlardır. Ancak saniyenin her yüzde birinde
bir görüntü çeken otomatik fotoğraf makineleriyle alınan filmlerin
incelenmesinden sonra, su miğferinin avlanma düzeneğinin nasıl işlediği
anlaşılabilmiştir.
Temel Britannica Ansiklopedisi, Cilt 4, s. 8
Kurbağaların Gözleri
Çok fazla düşmanları olan kurbağalar için görme
duyuları çok önemlidir. Resimde görülen bu kurbağa, vücudunun her tarafı suyun
altında gizlenmiş olsa bile, dışarıya çıkarabildiği gözleri sayesinde etrafında
hareket eden her şeyi rahatlıkla görebilir. Bu da onun suyun içindeyken bile
güvende olmasını sağlar.
N.J.Berril, The Life of the Ocean, s.21
Yılanların Farklı
Hareketleri
Yılanların uzun ve dar gövdeleri pullu bir deriyle
kaplıdır. Gövdelerinin alt yüzeyinde bulunan pulları yerde kıvrıla kıvrıla
ilerlemelerine yardımcı olur. Geniş pullar ise arka kenarlarından yere
bastırarak ve pürtüklü yüzeylerden destek alarak gövdeyi öne doğru itmeye
yarar. Yılan bu hareket yöntemini hızlı gitmek istemediği zamanlarda kullanır.
Kayarcasına hızlı ilerleyişte, gövdesini yanlara doğru kıvırır ve pullarından
da yardım alarak taş ve bitki gibi destek noktalarını kullanır. Yapmak istediği
her hareket için farklı bir yöntem kullanan yılanlar hiç kuşkusuz ki tüm
alemlerin Rabbi olan Allah tarafından yaratılmışdır.
Temel Britannica Ansiklopedisi, Cilt 19, s.174
Şemsiye Kuşları
Şemsiye kuşu olarak da adlandırılan siyah balıkçıl,
balık tutarken çok büyük bir başarı sergiler. Bir şemsiye gibi kanatlarını
başının üzerinde açarak ayağa kalkar. Bu şekilde kanatlar bir gölge oluşturur
ve sudaki yansımayı engeller. Şimdi balıkçıl, su yüzeyinin altında yüzen avını
açık bir şekilde görebilmektedir. Kanatları su yüzeyinde dairesel bir gölge
oluşturduğu için balıkçıl sürekli olarak bu dairenin içindeki balıkları avlar.
Gölge yaparak sudaki balıkları görebileceğini balıkçılın kendisi akledemez.
Bunu balıkçıl tesadüfen keşfetmiş ve diğer nesillere de bir şekilde aktarmış da
olamaz. Sahip olduğu her şey gibi bu özellik de ona Allah tarafından
verilmiştir.
Tonny Seddon, Animal Vision, s.7
Deniz Tarağının Gözleri
Tarak adı verilen deniz kabuğu şeklindeki hayvanın
kabuğunun kenarları boyunca dizilmiş küçük parlak gözlerin her biri yalnızca 1
mm. büyüklüğe sahiptir. Tarak, son derece küçük olmasına rağmen bu gözlerle hem
hareketleri hem de ışık ve karanlık arasındaki farkı kolaylıkla
anlayabilmektedir.
N.J.Berril, The Life of the Ocean , s.8
Polen Yiyen Yarasalar
Her canlı yaşadığı ortamın koşullarına ve sahip
olduğu bedensel özelliklere göre farklı beslenme şekillerine sahiptir. Çünkü
Allah her canlının rızkını benzersiz bir şekilde yaratandır. Doğadaki sayısız
canlıdan sadece bir tanesi olan yarasaların bir türü çiçeklerden aldığı nektar
ile beslenir. Fakat yarasalar gece yaşayan canlılardır. Bu nedenle gündüz açan
çiçekler yarasaların işine yaramaz. Oysa yarasalar için özel çiçekler
yaratılmıştır. Yarasalar tarafından döllenen çiçeklerin en önemli özelliği gece
açan çiçekler olmalarıdır. Beyaz, yeşilimsi ve mor renklere sahip olan bu gece
çiçekleri öyle güçlü bir kokuya sahiptirler ki gece uçan kör yarasalar onları
kolaylıkla bulabilirler. Bu çiçekler ayrıca çok bol miktarda nektar da
üretirler. Bu, yarasaların çiçekleri bulmalarını daha da kolaylaştırır. Gece
çiçekleri resimde görüldüğü gibi genelde ağacın gövdesinde büyüyen balkabağı
çiçeği gibi veya yapraklarını sarkıtan çiçeklerdir. Bu özellikleri onları
yarasaların kolayca ulaşabileceği çiçekler haline getirir.
Robert R. Halpern, Green Planet Rescue, s.26
Koşucu Deve Kuşları
Deve kuşu hayvanlar alemindeki en hızlı koşan iki
bacaklı hayvandır ve 1 saatte yaklaşık olarak 70 kilometrelik bir hıza
ulaşabilmektedir. Deve kuşunun her bir ayağında yalnızca iki parmak vardır ve
bu parmakların biri diğerinden çok daha büyüktür. Bu da ona daha rahat hareket
etme imkanı sağlar. Devekuşlarının başka bir özellikleri de ayaklarındaki
parmaklardan yalnızca büyük olanının üzerinde koşmalarıdır.
Tonny Seddon, Animal Movement, s.38
Deniz Martılarının Uçuş
Yetenekleri
Deniz martıları denizden havalanırlarken, yükselen
hava kütlesinin içinde ileri-geri sürüklenirler. Yukarı doğru sürüklenme, tıpkı
bir asansörün yük taşıması gibidir, martıların kanat çırpmasına hemen hemen hiç
gerek kalmaz. Rüzgar bir eğime karşı estiği zaman, bu eğim bir uçurum olsa da,
rüzgar yukarı doğru hareket eder ve eğer kuşun kanatları açıksa kuşu yukarı
doğru kaldırabilir. Rüzgar çok hafif olsa da dik dalgalar veya kıyıya doğru
ilerleyen dalgakıranlar sürekli olarak önlerindeki havayı itip kaldırırlar.
Martılar da bu hava hareketinden faydalanırlar ve bu yolla tek bir kere bile
kanat çırpmadan uzun mesafeler boyunca yolculuk ederler. Kuşlara doğdukları
andan itibaren havanın bu özelliğinden faydalanmayı öğreten üstün aklın sahibi
yaratmada hiçbir ortağı olmayan Allah'tır.
N.J.Berril, The Life of the Ocean , s.9-10
Dayanıklı Morslar
Allah her canlıyı ihtiyacı olan özelliklerle
donatmıştır. Örneğin morslar son derece sağlam dişlere sahiptirler. Bunun çok
önemli bir nedeni vardır. Buz tabakalarını kenara çekmek veya buzda nefes
almalarını sağlayacak delikler açmak için morslar dişlerini buz kıracağı gibi
kullanırlar. Morsların başka bir özelliği de güneşlenirken renklerinin zaman
geçtikçe pembe bir görünüm almasıdır. Bunun nedeni morsların güneşin ısısını
daha fazla emebilmeleri için kanlarının yüzeydeki damarlarda yoğunlaşmasıdır.
Sudan henüz çıkmış morslarda bu durumun tam tersi yaşanır, renkleri
karadakilere oranla daha açık renktedir. Bunun nedeni ise morsların soğuk suda
ısı kaybetmemeleri için kanlarının daha derine doğru akmasıdır. Tüm vücut
yapıları ve metabolizmaları soğuğa dayanıklı olacak şekilde tasarlanmış olan
morslar Allah'ın hikmetlerinden sadece bir tanesidir.
Christopher O'Toole & John Stidworthy, Mammals,
The Hunters, s.86-89
Dalgıç Ördekler
Su kuşları havayı vücutlarının içerisinde taşırlar.
Bu, suyun üstünde kalmalarını sağlayan sebeplerden biridir. Bir ördeğin
vücudunda küçük balonlara benzeyen hava kesecikleri vardır. Bu kesecikler
havayla dolduklarında ördeğin suyun içinde kalabilmesine yardımcı olurlar.
Ördek dalmak istediğinde hava keseciklerindeki havayı dışarıya pompalar.
Vücudunun içinde daha az hava kaldığı için kolaylıkla suyun içine batar. Ayrıca
su kuşlarının çoğu çok iyi birer yüzücüdürler. İyi yüzmelerinin bir nedeni de
ayak parmaklarının arasındaki ağlardır. Bir ayaklarını geriye ittiklerinde bu
ağlar onlara daha fazla itme kuvveti verebilmek için genişler. Su kuşlarında
iyi yüzmek için gerekli olan bütün özelliklerin bir arada toplanmış olması
elbette ki bir tesadüf sonucunda gerçekleşmemiştir. Bu özelliklerin tümü su
kuşlarına, onları yaratan Allah tarafından verilmiştir.
Zoobooks, Ağustos 1998, s.14
Afrika Çöl Kemiricileri
Hayvanlar arasında değişik iletişim yolları vardır.
Örneğin araştırmacılar yer mikrofonları ile Afrika çöl kemiricilerinin
seslerini dinlemişlerdiler. Bunların arka ayakları ile yaptıkları ritmik
vuruşların zengin sözlü bir "davul dili" olduğu ortaya çıkmıştır. Bu
dil çok uzun bir süre anlaşılamamıştır. Örneğin evcil tavşanların ve ada
tavşanlarının ayak vurması, şimdiye kadar sadece bir heyecan ifadesi
sayılıyordu. Şimdi ise, kemirgenlerin art ayakları ile çıkardıkları bu davul
gümbürtüsünün önemli mesajlar taşıdığı anlaşılmıştır. Afrika çöl kemiricileri
kendi türündekilere düşmanı haber vermek ve aynı zamanda kendi bölgelerinin
sınırlarını anlatmak için bu dili kullanırlar.
Bilim ve Teknik Dergisi, Sayı:261, s.36-37
Nautiluslar
Nautilus ilginç bir denizaltı canlısıdır. Vücudunda
19 cm. çapında olan salyangoz kabuğu biçiminde spiral bir organ bulunur. Bu organda
birbiriyle bağlantılı 28 tane dalış hücresi bulunur. Nautilus dalmak
istediğinde vücudunda bulunan bu içi boş odacıkları su ile doldurur. Yüzeye
çıkmak istediğinde ise, ürettiği özel bir gazı bu dalış hücrelerine pompalar ve
suyun boşalmasını sağlar. Bu sayede avlanırken ya da düşmanlarından kaçarken
yükselmek ya da dibe batmak istediğinde gerekli miktardaki suyu dışarı
pompalayabilir. Denizaltılarda da Nautilus'taki gibi dalış odaları yapılmakta,
içeri alınan suyun boşaltılmasında ise su motorlarından faydalanılmaktadır.
Bilim ve Teknik Dergisi, Sayı:231, s.11
Böcek Gözleri
Birçok böcek, bir nesneyi ancak hareket ediyorsa ya
da kendisine çok yakınsa görebilir. Çok az böcek yusufçuklar ya da mantisler
gibi hareketleri ve şekilleri görmede başarılıdır. Bu böceklerin gözlerinde,
her biri bütün bir resmin küçük bir parçasını görmeye yarayan 30.000'den fazla
tüp bulunur. Yusufçuklar vücutlarıyla kıyaslandığında çok büyük gözlere
sahiptirler. Yusufçuğun gözünün vücuduna oranı insana uygulanacak olursa çok ilginç
bir sonuç elde edilecektir. Bu ölçülere göre bir insanın, çapı yaklaşık 90 cm
olan son derece büyük gözlere sahip olması gerekecektir.
Tony Seddon, Animal Vision, s.13
Arıların Kovanlarını
Havalandırması
New York State Üniversitesi biyologları, arılar
üzerinde çeşitli incelemeler yapmışlardır. Arıları İnceleme Grubu'ndan Edward
Southwick ve Robin Moritz, arıların kovan içinde solunumu nasıl
gerçekleştirdiklerini araştırdılar. Yapılan incelemeler sonucunda, arı
kovanında sadece bir delik bulunmasına rağmen, arıların içerideki sıcaklık ve
nemi kanatlarıyla kontrol ettikleri bulunmuştur. Ancak araştırmacıları asıl
olarak düşündüren şey, arıların içerideki kirli havayı dışarıdaki temiz hava
ile nasıl değiştirdikleriydi. Bu sorunun cevabını bulmak için araştırmacılar
bir arı kovanında sadece tek bir delik kalması için kovanı tamamen sıvadılar.
Kovandaki hava dolaşımını sağlamak için yüzlerce arının kovanın içinde, diğer
arıların da kovan girişinin iç ve dış kısımlarında durarak hava dolaşımını
sağladıklarını, kanatlarını çırpınca kirli havanın dışarıya çıktığını, kanat
çırpmayı bırakınca da temiz havanın içeri girdiğini gözlediler. İnsanların
ancak gözlemler sonucunda kovanın içinde ne gibi işlemler yaptıkları hakkında
bilgi elde edebildikleri arılar, bu işleri milyonlarca yıldır büyük bir
başarıyla yaparlar.
Bilim ve Teknik Dergisi, Sayı:259, s.37
Rakunların Becerikli
Elleri
Bazı hayvanlar günlük ihtiyaçlarını karşılarken
ellerini çok iyi kullanırlar. Örneğin bir rakunun elleri çok oynaktır ve çok
iyi bir dokunma duyusuna sahiptir. Rakunlar hem suyun içindeyken, hem de
dışarıda iken yiyecek bulmak istediklerinde ellerini kullanırlar. Sonbaharda
bol yağ depolayan rakunlar kış uykusuna yatmamalarına rağmen kışın çoğunu
inlerinde dinlenerek geçirirler. Bu sayede zorlu kışlar onları fazla
etkilememiş olur.
Christopher O'Toole & John Stidworthy, Mammals,
The Hunters, s.44-45
Vantuz
Balıkları
Vantuz balıklarının özelliği, okyanusta dolaşmak
için vasıta kullanmalarıdır. Bunun için ya köpek balıklarından ya da gemilerden
yararlanırlar. Balığın sırt yüzgeci oval bir vantuz gibidir. Üzerine yapıştığı
canlı-cansız bütün cisimlerle birlikte hareket edebilir. Yapıştığı canlı ne
yaparsa yapsın, ne kadar hızlı yüzerse yüzsün vantuz balığı yerinden kopmadan kalır.
Dr. Maurice Burton, Balıklar, s.40
SONUÇ
Bu kitapta Allah'ın yaratma sanatının delillerinden
olan hayvanlardan ve bitkilerden bazı örnekler verilmiştir. Evrendeki kusursuz
düzenin, bitkilerdeki ve hayvanlardaki benzersiz sistemlerin, denizlerde var
olan canlıların, gökte uçan kuşların kısacası her şeyin çok önemli bir varoluş
nedeni vardır. Onlar bize kendilerini yaratan Allah'ı tanıtan birer
delildirler, birer ayettirler. Allah tüm yarattıklarını düşünmemiz ve bunun
sonucunda da Kendisi'ni tanımamız, O'nun yüceliğini ve üstün gücünü kavramamız
için yaratmıştır. Oysa bazı insanlar daha farklı konuları önemli görerek bu
hayati konular üzerinde düşünmezler. Allah ayetlerinde bu insanların Allah'ın
varlığının delilleri üzerinde düşünmediklerinden, yaratılış mucizelerini
görmezden geldiklerinden şöyle bahseder:
Göklerde ve yerde
nice ayetler vardır ki, üzerinden geçerler de, ona sırtlarını dönüp giderler.
Onların çoğu Allah'a iman etmezler de ancak şirk katıp-dururlar. (Yusuf Suresi,
105-106)
Göklerin ve yerin yaratılması ile
onlarda her canlıdan türetip-yayması O'nun ayetlerindendir. Ve O, dileyeceği
zaman onların hepsini toplamaya güç yetirendir. (Şura Suresi, 29)
Kimi zaman bilinen kimi zaman ise
tanınmayan hayvanlardan ve bitkilerden örnekler verilen bu kitabın yazılış
amacı, apaçık ortada olan ayetlerin fark edilmesini sağlamak, Allah'ın
varlığını, birliğini ve gücünü unutmuş olan kişilere bu kesin gerçeği bir kere
daha hatırlatmaktır. Bunu hatırlayan kişi Allah'a içten bir şekilde yönelir ve
hayatını O'nun istekleri doğrultusunda yönlendirir. Bu hatırlatmadan yüz
çevirmekse o kişinin kendisi için büyük bir zarar olacaktır:
Üzerlerindeki göğe bakmıyorlar mı? Biz,
onu nasıl bina ettik ve onu nasıl süsledik? Onun hiç bir çatlağı yok. Yeri de
(nasıl) döşeyip-yaydık? Onda sarsılmaz dağlar bıraktık ve onda 'göz alıcı ve iç
açıcı' her çiftten (nice bitkiler) bitirdik. (Bunlar,) 'İçten Allah'a yönelen'
her kul için 'hikmetle bakan bir iç göz' ve bir zikirdir. (Kaf
Suresi, 6-8)
MATERYALİZMİN ÇÖKÜŞÜ
Bu kitapta yeryüzünde sayısız çeşitliliğe sahip olan
canlılardan birtakım örnekler verdik. Beslenmelerinden üremelerine, yuva
yapımlarından vücut sistemlerine kadar verilen tüm örnekler üzerinde
düşündüğümüzde, ortaya çok önemli bir sonucun çıktığını gördük. Evrendeki her
şey bir tasarımın ürünüdür, asla bir rastlantı ürünü olamaz. Evrendeki her
detay üstün bir yaratılışa işaret etmektedir. Evrendeki bu yaratılış gerçeğini
reddetmeye çalışan materyalizm ise, bilim dışı bir safsatadan başka bir şey
değildir. Materyalizmin geçersiz kılınması, bu felsefeye dayanan diğer tüm
teorileri de elbette temelsiz bırakmaktadır. Bu teorilerin başında ise
Darwinizm yani evrim teorisi gelir.
Evrim teorisinin iddiaları incelediğimizde, bu
teorinin bilimsel bulgular tarafından reddedildiğini görürüz. Örneğin sadece bu
kitabın konusu olan canlılardaki kompleks tasarımlardan biri bile Darwinizm'i
geçersiz kılmak için yeterlidir. Kitap boyunca ilginç özelliklerini gördüğümüz
canlılardaki sistemlerin, davranışların evrim teorisinin iddia ettiği gibi
bilinçsiz tesadüfler sonucunda ortaya çıkmış olması mümkün değildir. Hatta
böyle bir iddiada bulunmak tamamen mantığın ve bilimin kurallarının dışına
çıkmak anlamına gelir.
Yaratılış delillerini gözler önüne serdiğimiz bu
kitabın bu bölümünde evrim teorisinin iddialarının geçersizliği ve
materyalizmin çöküşü maddelendirilerek ele alınacaktır.
Evrim Teorisi Bilimsel Bir Teori
Değildir
Yüz elli yıl kadar önce yalnızca bir varsayım ve
iddia olarak öne sürülen evrim teorisi bugüne kadar hiçbir bilimsel bulgu veya
deney tarafından doğrulanamamıştır. Tam tersine, teorinin iddialarını
doğrulamak için başvurulan tüm yöntemler böyle bir teorinin gerçekliğinin
olamayacağını kanıtlamıştır.
Laboratuvar deneyleri ve olasılık hesapları,
canlılığın yapı taşı olan proteinlerden tek bir tanesinin bile tesadüflerle
oluşamayacağını ortaya koymuştur. En küçük canlı birimi olan hücre
ise—evrimcilerin iddia ettiği gibi—ilkel dünya koşullarında rastlantılar sonucu
oluşmak şöyle dursun, 20. yüzyılın en gelişmiş laboratuvarlarında bile
sentezlenememiştir. Yıllar süren arkeolojik çalışmalarda bulunan fosiller
arasında ise, evrimin öne sürdüğü gibi, canlıların ilkel türlerden gelişmiş
türlere kademe kademe evrimleştiğini göstermesi gereken ara geçiş formlarına bir
türlü rastlanamamıştır.
Sonuçta evrimciler, büyük bir gayretle evrime delil
toplamaya çalışırlarken, bizzat kendi elleriyle evrim diye bir şeyin
olamayacağını ispatlamışlardır. Ancak, sokaktaki insan bugün bile bu teoriyi,
aynen yerçekimi kanunu ya da suyun kaldırma gücü gibi ispat edilmiş bir gerçek
sanır. Çünkü başta da belirttiğimiz gibi, evrimin halka yansıtılan yüzü gerçek
yüzünden çok farklıdır. Pek çok kimse, son gayretlerle ayakta tutulmaya
çalışılan bu teorinin ne kadar çürük temellere dayandığını, bilim tarafından
nasıl her aşamada yalanlandığını, desteksiz varsayımlar, taraflı, gerçekdışı
yorumlar, çarpıtmalar, aldatmacalar, hayali çizimler, psikolojik telkin
yöntemleri ve sayısız sahtekarlık ve göz boyama tekniklerinden başka bir
dayanağı olmadığını bilmez. Ayrıca;
Evrimin daha
aminoasitlerin oluşumunu açıklama safhasında tıkandığından,
Değil hücrenin, bir hücreyi oluşturan yüzlerce
proteinden tek bir tanesinin bile tesadüfen oluşmasının imkansız olduğundan,
Nesli tükenmiş binlerce maymun türünün kafatası ve
iskelet kalıntılarının küçükten büyüğe doğru dizilip insanın evrim ağacı diye
insanlara gösterildiğinden,
Milyonlarca yıl öncesine ait fosilleri bulunan arı,
hamam böceği, karınca, çekirge, örümcek vs. gibi birçok canlının günümüzde
yaşayan örnekleriyle tıpatıp aynı olduğundan ve bu nedenle evrimcilerin
böcekler ve bitkiler konusuna yanaşmaya hiç cesaret edemediklerinden,
Günümüzde ulaşılan bilimsel ve teknolojik düzey ve
her geçen gün elde edilen arkeolojik bulgular karşısında evrimin öne sürdüğü
delillerden tek birinin bile geçerliliğinin kalmadığından,
Teorilerini destekleyecek tek bir somut kanıt bile
bulamayan evrimcilerin, sayısız kereler sahtekarlıklara (sahte deneylere,
fosillere, çizimlere) başvurduklarından,
Dahası bu sahtekarlıkların ve benzeri sayısız
çarpıtmaların hala pek çok kitap -buna ders kitapları da dahil- ansiklopedi,
dergi ve yayında evrimin delili olarak gösterildiğinden,
Doğadaki tüm canlıların apaçık bir yaratılışa, yani
Allah'ın varlığına ve kudretine işaret ettiğinden haberi yoktur...
Evrim Teorisi Nasıl
Ortaya Çıktı?
Evrim düşüncesinin kökeni gerçekte binlerce yıl
öncesine, Eski Yunan'a kadar uzanır. Ancak, bugünkü savunulduğu şekliyle evrimi
ilk ortaya atan kişi Charles Darwin'dir. Darwin evrimci tezlerine 1859'da
yayınladığı The Origin of Species by Means of Natural Selection or the
Preservation of Favored Races in the Struggle for Life (Türlerin Kökeni, Doğal
Seleksiyon veya Yaşam Mücadelesinde Kayırılmış Irkların Korunması Yoluyla)
isimli kitapta yer vermişti. Darwin bu kitabında, canlıların evrimini
"doğal seleksiyon" adını verdiği tezle açıklamıştı. O'na göre,
yaşayan tüm canlılar ortak bir kökene sahipti ve doğal seleksiyon yoluyla
birbirlerinden türemişlerdi. Ortama en iyi şekilde uyum sağlayanlar özelliklerini
gelecek nesillere aktarıyor, böylece bu yararlı değişimler zamanla birikerek
bireyi atalarından tamamen farklı bir canlıya dönüştürüyordu. İnsan ise, doğal
seleksiyon mekanizmasının en gelişmiş ürünüydü. Darwin, "türlerin
kökeni"ni bulduğunu düşünüyordu: Bir türün kökeni başka bir türdü.
Ancak, Darwin'in bu varsayımlarını öne sürdüğü
dönemde "genetik", "mikrobiyoloji",
"biyomatematik" gibi bilim dallarının daha hiçbiri ortada yoktu. Bu
nedenle Darwin'in ileri sürdüğü fanteziler ilk bakışta pek çok kimseye oldukça
makul ve çekici geldi. Kitabı, özellikle belli siyasi ve ideolojik görüşlere
sahip çevrelerde büyük yankılar yarattı.
Oysa sözünü ettiğimiz bilimler Darwin'in bu tezinden
daha önce keşfedilmiş olsaydı, Darwin, teorisinin tamamen bilim dışı olduğunu
görecek ve böyle anlamsız bir iddiaya kalkışmayacaktı. Zira türleri belirleyen
bilgiler genlerde mevcuttu ve doğal seleksiyonun genlerde değişiklikler meydana
getirerek yeni türler türetmesi mümkün değildi.
Darwin'in kitabının yol açtığı yankılar sürerken
Avusturyalı botanikçi Mendel, 1865 yılında kalıtım kanunlarını keşfetti.
Mendel'in yüzyılın sonuna kadar pek duyulmayan keşifleri 1900'lü yılların
başında genetik biliminin ortaya çıkmasıyla önem kazandı. Yine aynı yıllarda
genler ve kromozomların yapısı keşfedildi. 1950'li yıllarda genetik bilgiyi
saklayan DNA molekülünün keşfi ise teoriyi büyük bir krize soktu. Bu tür
bilimsel gelişmelerin yanı sıra, yıllarca süren kazılarda, ilkel türlerin
kademe kademe gelişmişe evrimleştiğini göstermesi gereken ara-geçiş formları da
bir türlü bulunamamıştı. Yalnızca bu açmaz bile evrim denilen olayın hiçbir
zaman gerçekleşmiş olamayacağını ortaya koymaktaydı.
Bütün bu gelişmelerin, bilim dışı olduğu ortaya
çıkan Darwin'in teorisini tarihin tozlu raflarına kaldırması gerekirdi. Ancak
belli çevreler (bu çevrelerin kimler oldukları, ideolojileri ve amaçları
oldukça geniş, müstakil bir konu oluşturduğundan bu kitabın kısıtlı çerçevesi
içinde bu konuya yer verilmemiştir; Harun Yahya'nın Evrim Aldatmacası kitabında
bu konu bütün detaylarıyla son derece kapsamlı olarak işlenmiştir; arzu edenler
bu esere başvurabilirler) ısrarla teoriyi revizyona sokmaya, yenilemeye ve her
ne şekilde olursa olsun bilimsel platforma oturtmaya çalıştılar. Bütün bu
çabalar, teorinin ardında bilimsel kaygılardan ziyade ideolojik birtakım
hedeflerin olduğunu göstermesi açısından oldukça anlamlıydı.
Evrim Teorisi Neyi
İddia Eder?
Evrim teorisi canlılığın tesadüfen oluştuğunu iddia
eder. Dolayısıyla bu iddiaya göre cansız ve şuursuz atomlar bir araya gelerek
önce hücreyi oluşturmuşlardır ve sonrasında bu atomlar bir şekilde diğer
canlıları ve insanı oluşturmuşlardır. Evrimcilerin bu iddiası ile ilgili bir
deney tasarlayalım ve evrimcilerin yüksek sesle dile getiremedikleri bir iddiayı
onlar adına "Darwin Formülü" adıyla inceleyelim:
Evrimciler, büyük varillerin içine canlılığın
yapısında bulunan elementlerden bol miktarda koysunlar. Hatta normal şartlarda
bulunmayan, ancak bu karışımın içinde bulunmasını gerekli gördükleri malzemeyi
de bu varillere eklesinler. Karışımların içine istedikleri kadar (doğal
şartlarda oluşumu mümkün olmayan) amino asit, istedikleri kadar (bir tekinin
bile rastlantısal oluşma ihtimali 10950'de bir olan) protein doldursunlar. Bu
karışıma istedikleri oranda ısı ve nem versinler, gelişmiş cihazlarla
karıştırsınlar. Varillerin başında da nöbetleşe milyarlarca, hatta trilyonlarca
sene beklesinler. Ancak her ne yaparlarsa yapsınlar o varillerden kesinlikle
bir insan çıkaramazlar. Aslanları, kaplanları, karıncaları, gülleri,
zambakları, manolyaları, sülünleri, ağaçkakanları, balinaları, kanguruları,
atları, papağanları, muzları, portakalları, zeytinleri, narları, üzümleri ve
bunlar gibi milyonlarca canlı türünden hiçbirini oluşturamazlar. Değil burada
birkaçını saydığımız bu canlı varlıkları, bunların tek bir hücresini bile elde
edemezler.
Teori Nasıl Ayakta
Tutulmaya Çalışıldı?
Evrim teorisinin her ne pahasına olursa olsun ayakta
tutulması gerektiğine inanan bazı çevreler vakit kaybetmeden yeni bir model uydurdular:
"sıçramalı evrim". Hiçbir bilimsel ve mantıksal dayanağı olmayan bu
model canlıların birdenbire, hiçbir ara geçiş formu olmadan bir başka türe
dönüştüğünü savunuyordu.
Örneğin tarihteki ilk kuşun —nasıl olduğu
açıklanamaz bir biçimde— bir sürüngen yumurtasından ortaya çıkmış olabileceği
söyleniyordu. Aynı teoriye göre, etobur kara hayvanları, geçirdikleri ani ve
kapsamlı bir değişiklikle birdenbire dev balinalara dönüşmüş olabilirlerdi.
Sıçramalı evrim teorisi, ilk bakışta da anlaşıldığı
gibi, geniş bir hayal gücünün ürünüydü. Ama bu açık gerçeğe rağmen, evrim
savunucuları bu teoriye itibar etmekten çekinmediler. Çünkü Darwin'in öngördüğü
evrim modelinin, fosil bulguları ile bir türlü ispatlanamaması onları buna
zorluyordu. Darwin, türlerin yavaş yavaş değiştiklerini öne sürmüştü. Bu ise,
tarihte yarı kuş-yarı sürüngen, yarı balık-yarı sürüngen gibi ucube varlıkların
yaşamış olmasını gerektiriyordu. Ancak evrimcilerin tüm araştırmalarına ve
bulunan yüzbinlerce fosile rağmen, bu tür bir "ara-geçiş formu"nun
tek bir tanesine bile rastlanamadı.
Evrimciler, sıçramalı evrim modeline, bu büyük fosil
fiyaskosunu örtbas edebilmek umuduyla el attılar. Ancak başta da vurguladığımız
gibi bunun bir fantazi olduğu son derece açıktı ve çok kısa sürede kendisini tüketti.
Bunun üzerine, neo-Darwinist öneriye geri dönüldü. Sıçramalı evrim modeli ise,
hiçbir zaman tutarlı bir model olarak öne sürülmedi, ama kademeli evrim
modeline uymadığı açıkça belli olan durumlarda bir kaçış yolu olarak
kullanıldı. Günümüzde evrimciler, canlılardaki hemen hepsi karmaşık yapılara
sahip olan —göz, kanat, akciğer, beyin, vs. gibi— organların kademeli evrim
modelini çok açık biçimde yalanladığını gördüklerinden, bu noktalarda sıçramalı
evrim modelinin fantastik izahlarına sığınmak zorunda kalırlar.
Sonuçta evrim teorisinin söz konusu gelişiminin
vardığı nokta, yine neo-Darwinizm oldu. Neo-Darwinist ya da diğer adıyla
"sentetik" teori, Darwin'in ortaya attığı "doğal
seleksiyon" teorisinin "mutasyon teorisi" ile yamanmış halinden
başka bir şey değildir. Bugün dünyanın dört bir yanında toplumlara evrim
teorisi olarak empoze edilen öğreti de budur.
Teorinin, Canlılığın
Oluşumu ile İlgili İddiasının Geçersizliği
Evrimcilerin canlıların tesadüfen oluştuğunu ileri
süren iddiaları geçerli değildir. Evrim diye bir süreç yaşanmamıştır. Ama yine
de bu konuda ısrarlı davrananlar için teorinin geçersizliğiyle ilgili delilleri
açıklayalım. Evrimcilerin belli başlı klasik iddiaları vardır. Bunlar;
Doğal seleksiyon ve mutasyonla yeni canlı türlerinin
oluştuğunu iddia ederler.
Yapıları doğal şartlara uymayan canlıların yok
olacağını, uygun olanlarınsa nesillerini devam etttireceğini iddia eden doğal
seleksiyon mekanizmasının yeni bir tür ortaya çıkarması mümkün değildir. Bu
sadece mevcut türler arasında elemeye yol açar yeni bir tür asla oluşturamaz.
Mutasyonlar ise sadece DNA'da tahribat yaparlar.
Mutasyonların etkisi zararlıdır, yeni bir tür oluşturmaları da kesinlikle
mümkün değildir.
Suda yaşayan bir canlının karaya geçmesi mümkün
değildir. Çünkü bir canlı vücut ağırlığını, vücut sıcaklığını, vücudundaki
suyun kullanım sistemini, böbrek yapısını, solunum sistemini ve yaşam şeklini
değiştirerek kendini bambaşka bir canlıya dönüştüremez.
Kuşların sürüngenlerden evrimleştiğini iddia
ederler.
Böyle bir şey de mümkün değildir. Çünkü;
Kuşların kanatlarının sürüngenlerin pullarının
değişmesiyle oluşması imkansızdır.
Kuşların ciğerleri, kara canlıların akciğerlerinden
tamamen farklı bir şekilde çalışır.
Kuşların uçmalarında önemli bir etmen olan kemikleri
kara canlılarına göre hafiftir.
Kuşların ve sürüngenlerin kas-iskelet sistemleri
birbirinden tamamen farklıdır.
Memelilerin de sürüngenlerden evrimleştiğini iddia
ederler.
Bu da tamamen asılsız bir iddiadır. Çünkü,
sürüngenlerin vücutları pullarla kaplıdır, soğukkanlıdırlar ve yumurtlayarak
çoğalırlar. Memeliler ise sıcakkanlıdırlar, vücutları tüylerle kaplıdır ve
doğurarak çoğalırlar.
Evrimi Çürüten Ana Deliller Nelerdir?
Bu delilleri çok fazla detaylandırmak mümkündür. Ama
belli başlı birkaç tanesi şunlardır:
Öncelikle bugün bilim kesin olarak ispatlamıştır ki,
cansız maddelerden canlı maddeler oluşamaz.
Şimdiye kadar evrimcilerin canlıların birbirinden
evrimleşerek geliştiği iddiasını destekleyen tek bir ara geçiş fosili bile
bulunmamıştır. Normal türlere ait fosillerden milyonlarca bulunmasına rağmen,
bugüne kadar hiçbir yarı sürüngen-yarı kuş, yarı balık-yarı sürüngen, yarı
maymun-yarı insan canlıya ait bir ize rastlanmamıştır.
Canlılığın yapı taşı olan proteinler tesadüfen
oluşamazlar. 500 amino asitli bir proteinin tesadüfen oluşma ihtimali 10 üzeri
950'de birdir. Kısacası aklın kavrama sınırlarının çok üstünde olan bu
ihtimalin gerçekleşme şansı "0"dır.
Evrim,
Canlılığın Dünya Üzerinde Aniden Ortaya Çıkışını Açıklayamaz
Evrim teorisi yeryüzünde canlılığın ortaya çıkışı
ile ilgili hiçbir açıklama yapamamaktadır.
Yeryüzü tabakaları ve fosil kayıtları
incelendiğinde, yeryüzündeki canlı hayatının birdenbire ortaya çıktığı görülür.
Kompleks canlıların fosillerine rastlanılan en derin yeryüzü tabakası, 520-530
milyon yıl yaşında olduğu hesaplanan "Kambriyen" tabakadır.
Kambriyen kayalıklarında bulunan fosiller çeşitli
kompleks omurgasız türlerine aittir. İlginç olan, birbirinden çok farklı olan
bu türlerin hepsinin bir anda ve hiçbir ataları olmaksızın ortaya çıkmalarıdır.
Bu yüzden jeolojik literatürde bu mucizevi olay, "Kambriyen
Patlaması" olarak anılır.
Dünyanın nasıl olup da böyle birdenbire
birbirlerinden çok farklı omurgasız türleriyle dolup taştığı, hiçbir ortak
ataya sahip olmayan ayrı türlerdeki canlıların hiçbir evrim aşaması geçirmeden
nasıl ortaya çıktıkları, evrimcilerin asla cevaplayamadıkları sorulardır.
Canlılardaki Kompleks
Sistemlerin Meydana Gelişi
Canlılardaki kompleks sistemlerin meydana gelişi
evrimle açıklanabilir mi?
Hayır, açıklanamaz. Canlılardaki göz, kulak gibi çok
parçadan oluşan kompleks sistemler, ancak tüm parçaları eksiksiz olarak bir
arada olduğunda işlev görebilirler. Örneğin gözün görebilmesi için kendisini
oluşturan 40 civarında organelin bir arada olması zaruridir. Bunlardan tek bir
tanesi örneğin göz retinası veya göz yaşı bezleri olmazsa göz göremez.
Dolayısıyla buradan çıkan sonuç bu tür sistemlerin tüm parçalarının tek bir
anda var olmuş olmaları gerektiğidir. Ve bu da evrimin geçersizliğini bir kez daha
ortaya koyar.
Peki kompleks bir yapı, bir anda var olmuşsa bunun
anlamı nedir?
Kuşkusuz birçok parçanın aynı anda, aynı yerde
meydana gelmesi ancak özel bir yaratılışın sonucu olabilir.
Milyonlarca Yıl Önce Yaşamış Canlıların
Yapıları Nasıldı?
Bundan yaklaşık 500 milyon yıl önce yaşamış olan
canlılar da günümüz canlıları gibi kompleks yapılara sahiplerdi. Kambriyen
Devri'nde ortaya çıkan canlı fosilleri, bilim adamları ve özellikle de
evrimciler açısından son derece şaşırtıcı olmuştur. Çünkü evrim teorisinin
iddiasına göre, o dönemde ortaya çıkan canlılarda bugünkülerden farklı, daha
"ilkel" sayılabilecek sistemlerin var olması gerekir.
Oysa sahip oldukları göz, solungaç, kan dolaşımı
sistemi gibi kompleks yapılar bu canlıların ilkel olmadıklarının bir delilidir.
Örneğin Kambriyen Devri canlılarından olan trilobitler, günümüz böceklerinde de
var olan çift mercekli petek göz yapısına sahiplerdi. Karmaşık bir yapısı olan
bu trilobit gözlerinin petek şeklinde yüzlerce parçası vardı. 530 milyon yıl
önce çıkmış olan bu kusursuz göz yapısı karşısında evrimciler de hayretlerini
ifade etmek zorunda kalmışlardır.
Harvard, Rochester ve Chicago Üniversiteleri'nden
evrimci jeoloji profesörü David Raup; "Trilobitlerin gözü, ancak günümüzün
iyi eğitim görmüş ve son derece yetenekli bir optik mühendisi tarafından
geliştirilebilecek bir tasarıma sahipti"1 diyerek trilobit gözünün
tesadüfen oluşmasının imkansızlığını da kabul etmek zorunda kalmıştır.
David Raup, "Conflicts Between Darwin and
Paleontology", Bulletin, Field Museum of Natural History, Cilt 50, Ocak
1979, s.24
Evrimciler Sineklerin
Kökenini Açıklayamazlar
Evrimciler sineklerin kökeni ile ilgili hiçbir
açıklama yapamazlar. Ama ne ilginçtir ki küçücük bir sineğin nasıl oluştuğunu
açıklayamazken, koskoca dinozorların kuşlara dönüşmesine kendilerince açıklama
getirmeye çalışırlar. Üstelik dinozorların sinek avlamak için ön ayaklarını
birbirine çırparken ayakların kanatlara dönüştüğü gibi masalsı bir iddiada
bulunurlar. Henüz küçücük bir sineğe açıklama getiremeyen bir teorinin ondan
çok daha hantal bir canlının oluşumundan söz etmesi elbette anlamsızdır.
Evrimcilerin sineklerin kökeni konusuna hiç
değinmemelerinin önemli nedenleri vardır. Öncelikle sinekler son derece
kusursuz, hatta günümüz teknolojisiyle dahi tam olarak taklit edilememiş bir
uçuş mekanizmasına sahiptirler. Bir sineğin saniyede 500-1000 kere hareket
ettirebildiği mükemmel bir kanat sistemi vardır. Üstelik bu sistem öylesine
kusursuz planlanmıştır ki, sinek bu şaşırtıcı hızdaki hareketi her iki kanadı
için eş zamanlı olarak yapabilir. Bununla birlikte karmaşık bir solunum
sistemine de sahiptir. Uçuş için gereken oksijeni diğer canlılara göre çok daha
süratli ve verimli kullanabilir.
İngiliz biyolog Wootton Robin sineklerdeki üstün
yaratılışı şöyle tarif etmektedir:
Sinek kanatlarının işleyişini öğrendikçe, sahip
oldukları tasarımın ne denli kusursuz ve hassas olduğunu daha iyi anlıyoruz…
Son derece elastik özelliklere sahip parçalar, havanın en iyi biçimde
kullanılabilmesi için, gerekli kuvvetler karşısında gerekli esnekliği
gösterecek biçimde hassasiyetle bir araya getirilmişlerdir. Sinek kanatlarıyla
boy ölçüşebilecek teknolojik bir yapı yok gibidir.1
J. Robin Wootton, "The Mechanical Design of
Insect Wings", Scientific American, Cilt 263, Kasım 1990, s.120
Memeliler
Tek Bir Kökenden Gelmiş Olamazlar
Evrim teorisinin iddialarına göre sürüngenler hem
kuşların hem de memelilerin atasıdırlar. Memeli olarak nitelendirilen canlılar
genel hatlarıyla düşünüldüğünde böyle bir iddianın imkansız olduğu rahatlıkla
görülecektir. Örneğin kaplanları, inekleri, ayıları, filleri, yunusları,
balinaları, fareleri, yarasaları bir düşünelim. Bu memeli türleri arasında son
derece büyük yapısal farklılıklar vardır. Üstelik bu canlıların her birinin
kendi ihtiyaçlarına uygun, özel mekanizmaları vardır. Örneğin yunuslar son
derece hassas bir sonar sistemine sahiptirler. Ayıların ise yaşadıkları
bölgenin iklim şartlarına uygun mekanizmaları vardır.
Bu farklılıkların evrimciler açısından nasıl büyük
bir zorluk oluşturduğunu evrimci Zoolog Eric Lombard şöyle belirtmiştir:
Memeliler sınıfı içinde evrimsel akrabalık
ilişkileri (filogenetik bağlar) kurmak için bilgi arayanlar, hayal kırıklığına
uğrayacaktır.1 Bu farklılıkların dışında fosil kayıtları da tüm canlıların olduğu
gibi memelilerin de bugünkü kusursuz yapılarıyla, bir anda ortaya çıktıklarını,
hiçbir şekilde evrimsel bir süreç yaşamadıklarını gösterir.
1- Eric Lombard, "Review of Evolutionary
Priniples of the Mammalian Middle Ear, Gerald Fleischer", Evolution, Cilt
33, Aralık 1979, s.1230
Evrimcilerin Halkı Kandırmak Amacıyla
Yaptıkları Sahtekarlıklar
Gazetelerde, dergilerde,
filmlerde görülen "maymun adam"ların hepsi aslında evrimcilerin hayal
ürünü olan çizimlerdir. Evrimciler bazen tek bir dişe dayanarak, burun,
dudakların yapısı, saçların şekli, kaş biçimi gibi fosil izi bırakmayan
özellikleri kendilerince şekillendirirler ve yarı maymun-yarı insan görünümünde
illüstrasyonlar hazırlar, hatta bunların ailelerini ve sosyal yaşamlarını konu
alan sahte resimler çizerler. Bu yöntemi kullanarak insanları yanlış
yönlendirmeye çalışırlar.
Bunun yanı sıra evrimciler bulamadıkları fosilleri
"üretirler", yani sahtekarlıklar yaparlar. Zaman içinde ortaya çıkan
bu sahtekarlıklardan en ünlüleri şunlardır:
Piltdown Adamı: Evrimciler, insan kafatasına
orangutan çenesi ekleyerek yaptıkları bu sahtekarlıkla bilim dünyasını 40 sene
aldatmışlardır. 500 yıl yaşında bir insan kafatasına, yeni ölmüş bir
orangutanın çene kemiğini eklemişlerdir. Dişleri, insana ait olduğu izlenimini
vermek için sonradan eklemişler, eklem yerlerini de törpülemişlerdir. Ayrıca
bütün parçalar eski görünmeleri için potasyum-dikromat ile lekelendirilmiştir.
Nebraska Adamı: 1922 yılında evrimciler buldukları
bir azı dişi fosilinin insan ve maymunların ortak özelliklerini taşıdığını
iddia etmişlerdir. Bu konuyla ilgili çok derin bilimsel araştırmalar yapılmış
ve dişe Nebraska Adamı ismi verilmiştir. Bu tek dişe dayanarak Nebraska
Adamı'nın kafatasının ve vücudunun rekonstrüksiyon resimleri çizilmiştir. Hatta
daha da ileri gidilerek Nebraska adamının, eşinin ve çocuklarının doğal ortamda
ailece resimleri de yayınlanmıştır. Ancak 1927'de iskeletin öbür parçaları da
bulunmuş ve bu dişin bir yaban domuzuna ait olduğu anlaşılmıştır.
"İlkel İnsan"
Diye Bir Şey Yoktur
İlkel insan diye bir şey yoktur. Bu konudaki pek çok
delilden birkaçı şöyledir:
1995'te İspanya'da bulunan insan fosili
"insanın evrimi" masalını kesin olarak yıkmıştır. Atapuerca
bölgesinde bulunan 800 bin yıllık insan kafatası fosili, evrimcilerin yarı
maymun canlıların yaşadığını iddia ettikleri döneme aittir ve günümüz
insanından farksızdır. Yani 800 bin yıl önceki insanla bugünkü insan arasında
hiçbir fark yoktur.
14 Mart 1998'de New Scientist
Dergisi'nde yayınlanan, "ilk insanlar sandığımızdan çok daha
akıllıydı…" başlıklı bir habere göre; evrimcilerin Homo Erectus olarak
adlandırdıkları insanlar bundan 700 bin yıl önce gemicilik yapıyorlardı. Gemi
yapacak bilgi ve teknolojiye ve deniz ulaşımını gerektiren bir kültüre sahip
olan bu insanların "ilkel" sayılması elbette imkansızdır.
Evrimcilerin Neandertal insanı olarak tanımladığı
insan ırkının, günümüzden onbinlerce yıl önce giyim-kuşam bilgisine sahip
olduğunu gösteren 26 bin senelik iğne fosilleri de bulunmuştur. Bundan
anlaşılıyor ki, sahte çizimlerle kasıtlı olarak maymunsu bir görünüm verilen
Neandertaller'in de günümüz insanlarından hiçbir farkları yoktur.
Canlı
Hücreler Tesadüfen Meydana Gelmiş Olamazlar
Olamazlar, çünkü hücreler kendi kendilerine ya da
tesadüfen oluşamayacak karmaşıklıkta bir yapıya sahiptirler. Bir hücrede
bulunan özel çalışma sistemleri, haberleşme sistemleri, hücre içi ve dışı
ulaşımı sağlayan sistemler, madde alış-verişini denetleyen sistemler,
bilgilerin depolandığı merkezler gibi son derece kompleks yapılar, ancak
mikroskoplar yardımıyla görülebilecek kadar küçük bir alana sığdırılmıştır.
Evrimci bilim adamlarından W.H. Thorpe: "canlı hücrelerinin en basitinin
sahip olduğu mekanizma bile, insanoğlunun şimdiye kadar yaptığı, hatta hayal
ettiği bütün makinalardan çok daha komplekstir"1 diyerek hücrenin
yapısındaki mükemmelliği vurgulamaktadır.
20. yüzyıl teknolojisi ile halen daha üretilememiş
olan bu kadar kusursuz bir yapının kendi kendine oluşma ihtimali sıfırdır.
Hücre, tüm bu kusursuz yapısıyla birlikte Allah tarafından yaratılmıştır.
1- (W. R. Bird, The Origin of Species Revisited.,
Nashville: Thomas Nelson Co., 1991, s.298-299)
DNA'nın Tesadüfen
Oluşması Mümkün Değildir
DNA, son derece karmaşık yapısı olan bir moleküldür.
Bu molekülde insan vücudu ile ilgili tüm bilgiler kodlanmış halde bulunur. Boy,
saç, göz ve cilt rengi gibi özelliklerin yanı sıra, vücuttaki 206 kemiğin, 600
kasın, 10.000 işitme siniri ağının, 2 milyon optik sinir ağının, 100 milyar
sinir hücresinin ve 100 trilyon hücrenin planları tek bir hücrenin DNA'sına
sığdırılmıştır. DNA'daki bu bilgileri kağıda dökmeye kalktığımızda ise,
yaklaşık 500'er sayfalık 900 ciltten oluşan dev bir kütüphane oluşturmamız
gerekir. Ama bu bilgilerin tümü, ciltler dolusu ansiklopedilerde değil, gözle
görülemeyen DNA'nın "gen" adı verilen parçalarında şifrelenmiştir.
Genlerse nükleotid adı verilen dört bazın belirli
bir sıralamada dizilmesiyle oluşur. Bu sıralamada meydana gelebilecek herhangi
bir hata o geni işlemez hale getirir. İnsan vücudunda ise toplam olarak 200.000
tane gen vardır. Bu genleri oluşturan milyonlarca nükleotidin her birinin doğru
sıralamada olmaları şarttır. Bu sıralamanın tesadüfen oluşma ihtimali ile
ilgili matematiksel hesaplar yapıldığında bunun imkansız olduğu görülür.
Örneğin bu konuda evrimci bir biyolog olan Frank Salisbury'nin yaptığı
hesaplamaya göre, böyle bir ihtimal 41000'de birdir. 41000'de bir, 10620'de
bire eşittir ki bu sayı 10'un yanına 620 tane sıfır eklenmesiyle elde edilen,
aklın kavrama sınırlarının çok üstünde bir rakamdır.
Nükleotidlerin tesadüfen bir araya gelerek DNA ve
RNA'yı oluşturmalarının imkansızlığını, evrimci bilim adamı Paul Auger şöyle
ifade etmiştir:
Rastgele kimyasal olaylar sayesinde nükleotidler
gibi karmaşık moleküllerin ortaya çıkışı konusunda bence iki aşamayı net bir
biçimde birbirinden ayırmamız gerekir; tek tek nükleotidlerin üretilmesi –ki bu
belki mümkün olabilir- ve bunların çok özel seriler halinde birbirine
bağlanması. İşte bu ikincisi, olanaksızdır.1
Paul Auger, De La Physique Theorique a la Biologie,
1970, s.336
Evrim
Termodinamiğin İkinci Kanunu'na Aykırıdır
Fiziğin en temel kanunlarından birisi olan
"Termodinamiğin İkinci Kanunu", evrende kendi haline, doğal şartlara
bırakılan tüm sistemlerin, zamanla doğru orantılı olarak düzensizliğe, dağınıklığa
ve bozulmaya doğru gideceğini söyler. Canlı, cansız bütün her şey zaman içinde
aşınır, bozulur, çürür, parçalanır ve dağılır. Bu kaçınılmaz sürecin geri
dönüşü yoktur.
Bu gerçek hepimizin yaşamları sırasında da yakından
gözlemlediği bir durumdur. Örneğin bir arabayı çöle götürüp bırakır ve aylar
sonra durumunu kontrol ederseniz, elbette ki onun eskisinden daha gelişmiş,
daha bakımlı bir hale gelmesini bekleyemezsiniz. Aksine lastiklerinin patlamış,
camlarının kırılmış, kaportasının paslanmış, motorunun çürümüş olduğunu
görürsünüz. Aynı kaçınılmaz süreç canlı varlıklar için çok daha hızlı işler.
İşte Termodinamiğin İkinci Kanunu bu doğal sürecin,
fiziksel denklem ve hesaplamalarla ifade ediliş biçimidir. Bu ünlü fizik
kanunu, "Entropi Kanunu" olarak da adlandırılır. Entropi, fizikte bir
sistemin içerdiği düzensizliğin ölçüsüdür. Bir sistemin düzenli, organize ve
planlı bir yapıdan düzensiz, dağınık ve plansız bir hale geçmesi o sistemin
entropisini arttırır. Bir sistemdeki düzensizlik ne kadar fazlaysa, o sistemin
entropisi de o kadar yüksek demektir. Entropi Kanunu, tüm evrenin geri dönüşü
olmayan bir şekilde sürekli daha düzensiz, plansız ve dağınık bir yapıya doğru
ilerlediğini ortaya koymuştur.
Entropi Kanunu, doğruluğu teorik ve deneysel olarak
kesin biçimde kanıtlanmış bir kanundur. Yüzyılımızın en büyük bilim adamı kabul
edilen modern fiziğin kurucusu Albert Einstein, bu kanunu "bütün
bilimlerin birinci kanunu" olarak tanımlamıştır:
"Entropi Kanunu, tarihin bundan sonraki ikinci
devresinde, hükmedici düzen şeklinde kendini gösterecektir. Albert Einstein, bu
kanunun bütün bilimlerin birinci kanunu olduğunu söylemiştir; Sir Arthur
Eddington ondan, bütün evrenin en üstün metafizik kanunu olarak
bahseder."1
Evrim teorisi ise, bütün evreni kapsayan bu temel
fizik kanununu bütünüyle gözardı ederek ortaya atılmış bir iddiadır. Evrim bu
kanunla temelinden çelişen tam tersi bir mekanizma öne sürer. Evrime göre,
dağınık, düzensiz, cansız atomlar ve moleküller zamanla kendi kendilerine bir
düzen ve plan içinde bir araya gelerek proteinleri, DNA, RNA gibi son derece
kompleks moleküler yapıları, ardından da çok daha ileri düzenlere,
organizasyonlara ve tasarımlara sahip milyonlarca canlı türünü ortaya
çıkarmıştır. Evrime göre, her aşamada daha planlı, daha düzenli, daha kompleks
ve daha organize bir yapıya doğru ilerleyen bu hayali süreç, Entropi Kanunu'nun
ortaya koyduğu gerçeklere bütünüyle aykırıdır. Bu nedenle evrim gibi bir
sürecin, en başından en sonuna kadar varsayılan hiçbir aşamasının gerçekleşmesi
mümkün değildir. Evrimci bilim adamları da bu açık çelişkinin farkındadırlar:
Evrimin kompleks süreci içinde yaşam, Termodinamiğin
İkinci Kanunu'nda belirtilen eğilime belirgin bir tezat teşkil eder.2
Yine, bir başka bilimsel dergi olan Science'daki bir
makalede evrimci bilim adamı Roger Lewin evrimin termodinamik açmazını şöyle
dile getirmektedir:
Biyologların karşılaştıkları problem, evrimin
Termodinamiğin İkinci Kanunu'yla olan açık çelişkisidir. Sistemler zamanla daha
düzensiz yapılara doğru bozulmalıdırlar.3
Görüldüğü gibi, evrim iddiası bütünüyle fizik
yasalarına aykırı olarak ortaya atılmış bir iddiadır. Termodinamiğin İkinci
Kanunu, evrim senaryosu karşısında bilimsel ve mantıksal açıdan aşılması
imkansız bir fiziksel engel oluşturmaktadır. Bu engeli aşacak hiçbir bilimsel
ve tutarlı açıklama getiremeyen evrimciler ise bunu ancak hayal güçlerinde
aşabilmektedirler. Örneğin, ünlü evrimcilerden Jeremy Rifkin, evrimin bu fizik
kanununu sihirli bir güçle aştığına inandığını belirtmektedir:
Entropi Kanunu, evrimin bu gezegendeki yaşam için
mevcut olan tüm enerjiyi dağıtacağını söyler. Bizim evrim anlayışımız ise bunun
tam tersidir. Biz evrimin sihirli bir şekilde yeryüzünde daha büyük bir değer
ve düzen artışı sağladığına inanıyoruz.4
Bu sözler evrimin tamamen dogmatik bir inanç
olduğunu çok açık bir şekilde ifade etmektedir.
1. Jeremy Rifkin,
Entropy: A New World View, New York: Viking Press, 1980, s. 6.
2. J. H. Rush, The
Dawn of Life, 1962, s. 35.
3. Roger Lewin,
"A Downward Slope to Greater Diversity", Science, Vol. 217, 24 Eylül
1982,
s. 1239.
4. Jeremy Rifkin, Entropy: A New World View, New
York:Viking Press,1980, s. 55
Materyalist Felsefe Neden Geçerli
Değildir?
Materyalist felsefe her şeyin maddeden ibaret
olduğunu, evrenin yaratılmış olmadığını, sonsuzdan beri var olduğunu ve sonsuza
kadar da varlığını devam ettireceğini iddia eden bir düşünce sistemidir.
Ancak yüzyılımızda bilimsel alandaki gelişmeler bu
felsefenin iddialarının tamamen geçersiz olduğunu ortaya koymuştur. Öncelikle
Kuran'da 1400 sene önce haber verildiği gibi, evrenin bir başlangıcı olduğu,
yani yoktan var edildiği ve bir sonunun olduğu bilim çevreleri tarafından
anlaşılmıştır.
Ardından "madde" dediğimiz şeyin bir
"algılar bütünü" olduğu yine bilim tarafından ortaya konmuştur. Bu
iki temel iddiasının yıkılması, materyalist felsefeyi tamamen geçersiz
kılmıştır.
Materyalizm
ve Evrim Teorisi Arasındaki Bağlantı Nedir?
Bugün bilim bizlere evrim teorisinin hiçbir bilimsel
dayanağı olmadığını, aksine evrimin iddialarının bilimsel bulgularla açıkça
çatıştığını göstermektedir. Yani evrimi ayakta tutan güç, bilim değildir. Evrim
bazı "bilim adamları" tarafından savunuluyor olabilir, ama temelinde
başka bir etken olmalıdır.
O başka etken, materyalist felsefedir.
Materyalist felsefe, tarihin en eski düşüncelerinden
biridir ve temel özelliği maddeyi mutlak varlık saymasıdır. Bu tanıma göre
madde sonsuzdan beri vardır ve var olan her şey de maddeden ibarettir. Bu
mantık gereği, materyalizm tarihin en eski çağlarından beri her türlü Allah inancına
ve İlahi dine karşı olmuştur.
Peki ama materyalizm doğru mudur? Bir felsefenin
doğruluğunu ya da yanlışlığını test etmenin bir yöntemi, o felsefenin bilimi
ilgilendiren iddialarını bilimsel yöntemle araştırmaktır. Materyalizmin
iddiasını da bilimsel yöntemle sorgulayabiliriz. Maddenin sonsuzdan beri var
olup olmadığını, maddenin madde-üstü bir Yaratıcı olmadan kendisini düzenleyip
düzenleyemeyeceğini ve canlılığı ortaya çıkarıp çıkaramayacağını
araştırabiliriz. Bunu yaptığımızda görürüz ki materyalizm tamamen çökmüştür.
Çünkü maddenin sonsuzdan beri var olduğu düşüncesi Big Bang teorisi ile
yıkılmıştır. Maddenin kendisini düzenlediği ve canlılığı ortaya çıkardığı
iddiası ise adına "evrim teorisi" dediğimiz iddiadır ve baştan beri
incelediğimiz gibi o da çökmüştür.
Ancak eğer bir insan materyalizme inanmaya
kararlıysa, materyalist felsefeye olan bağlılığını her şeyin önünde tutuyorsa,
o zaman mantıklı davranmaz. Eğer "önce materyalist, sonra bilim
adamı" ise, evrimin bilim tarafından yalanlandığını gördüğünde
materyalizmi terk etmez. Aksine, evrimi ne olursa olsun bir şekilde
desteklemeye çalışarak materyalizmi kurtarmaya, ayakta tutmaya çalışır. İşte
bugün evrim teorisini savunan bilim adamlarının durumu tam olarak budur.
İlginçtir, bunu bazen kendileri de itiraf
etmektedirler. Harvard Üniversitesi'nden ünlü bir genetikçi ve açık sözlü bir
evrimci olan Richard Lewontin, "önce materyalist, sonra bilim adamı"
olduğunu şöyle itiraf etmektedir:
Bizim materyalizme bir inancımız var, "a
priori" (önceden kabul edilmiş, doğru varsayılmış) bir inanç bu. Bizi
dünyaya materyalist bir açıklama getirmeye zorlayan şey, bilimin yöntemleri ve
kuralları değil. Aksine, materyalizme olan 'a priori' bağlılığımız nedeniyle,
dünyaya materyalist bir açıklama getiren araştırma yöntemlerini ve kavramları
kurguluyoruz. Materyalizm mutlak doğru olduğuna göre de, İlahi bir açıklamanın
sahneye girmesine izin veremeyiz.1
Lewontin'in kullandığı "a priori" terimi
oldukça önemlidir. Bu felsefi terim, hiçbir deneysel bilgiye dayanmayan bir ön
varsayımı ifade eder. Bir düşüncenin doğruluğuna dair bilgi yok iken, onu doğru
varsayar ve öyle kabul ederseniz, bu "a priori" bir düşüncedir.
Evrimci Lewontin'in açık sözle ifade ettiği gibi, materyalizm de evrimciler
için böyle bir kabuldür ve bilimi bu kabule uydurmaya çalışmaktadırlar.
Materyalizm bir Yaratıcı'nın varlığını kesin olarak reddetmeyi zorunlu kıldığı
için de, ellerindeki tek alternatif olan evrim teorisine sarılmaktadırlar.
Evrim bilimsel veriler tarafından ne kadar
yalanlanırsa yalanlansın fark etmez; söz konusu bilim adamları onu bir kere
"a priori doğru" olarak kabul etmişlerdir.
Evrim teorisinin en açık ve en belirgin şekilde
temellendirdiği ideoloji kuşkusuz Marksizm oldu.
Diyalektik materyalizmin kurucusu olan Karl Marx,
tarihin gelişimini ekonomiye dayandırıyordu. Marx'a göre, toplum tarih içinde
çeşitli evrelerden geçiyordu ve bu evreleri belirleyen faktör üretim
araçlarıyla üretim ilişkilerindeki değişimdi. Ekonomi, diğer her şeyin
belirleyicisiydi. Bu ideoloji içinde, din de ekonomik çıkarlar adına uydurulmuş
bir masal olarak tanımlanıyordu; egemen sınıflar, ezdikleri sınıfları pasifize
etmek için dini geliştirmişlerdi. Marx'a göre "din halkın afyonu"ydu.
Marx, ayrıca toplumların bir gelişim süreci içinde
birbirlerini izlediklerini düşünüyordu. Köleci toplum feodal topluma, feodal
toplum kapitalist topluma dönüşmüştü, sonunda bir devrim sayesinde sosyalist
toplum kurulacak ve tarihin en ileri evresine varılacaktı. Kısacası Marx'ın
görüşleri, Darwin'in Türlerin Kökeni isimli kitabı yayınlanmadan önce de
evrimciydi.
Ancak Marx ile en yakın dostu ve maddi yardımcısı
Engels, bir şeyi açıklamakta zorlanıyorlardı: Canlıların nasıl var oldukları
sorusu. Çünkü canlıları "yaratılmamışlık" temelinde açıklayan bir tez
olmadıkça, dinin bir afyon olduğunu öne sürmek ve tüm tarihi, maddeye
dayandırmak mümkün olamazdı.
Marx'ın beklediği açıklama, Darwin'den geldi. Marx,
Darwin'in Türlerin Kökeni kitabını eline alır almaz kitabın kendisi açısından
önemini anladı. Engels'e yazdığı 19 Aralık 1960 tarihli mektubunda, Darwin'in
kitabı için şöyle diyordu: "Darwin'in yapıtı büyük bir yapıttır. Tarihteki
sınıf mücadelesinin doğa bilimleri açısından temelini içeren kitap budur
işte" diyordu.2 16 Ocak 1861'de Lassalle'e yazdığı mektupta ise şöyle diyordu:
"Darwin'in yapıtı büyük bir yapıttır. Tarihteki sınıf mücadelesinin doğa
bilimleri açısından temelini oluşturuyor."3 Marx, Darwin'e olan
sempatisini en büyük eseri olan Das Kapital'i Darwin'e ithaf ederek de
göstermişti. Kitabın Almanca baskısına el yazısıyla şöyle yazmıştı:
"Charles Darwin'e, gerçek bir hayranı olan Karl Marx'tan."
Marx'ın yoldaşı Engels ise Darwin'e olan
hayranlığını şöyle belirtmişti: "Tabiat metafizik olarak değil, diyalektik
olarak işlemektedir. Bununla ilgili olarak herkesten önce Charles Darwin'in adı
anılmalıdır."4
Komünizmin bu iki kurucusu tarafından bu denli
yüceltilen evrim teorisi, doğal olarak onların takipçileri tarafından da
hararetle benimsendi. Dünyanın her neresinde olursa olsun, her türlü komünist
rejim ya da hareket, Darwinizm'i ve neo-Darwinizm'i sonuna dek savundu, onu
kendi entellektüel çatısının temel taşlarından biri olarak kabul etti.
Bu Darwinist yoldaşların en ünlülerinden biri ve
şüphesiz en kanlısı ise Joseph Stalin'di. Stalin, 60 milyon insanın hayatına mal
olduğu tahmin edilen yönetimi boyunca da, evrim propagandasına büyük bir önem
verdi. Otobiyografisinde şöyle yazıyordu: "Okullardaki öğrencilerimizin
zihnini altı günde yaratılış efsanesinden temizlemek için onlara üç şeyi
özellikle öğretmeliyiz: Dünyanın yaşı, jeolojik orijini ve Darwin'in
öğretilerini."5
Tüm bunlara dayanarak şunu söylemek mümkündür: Her
türlü Marksist ve komünist hareketin felsefi temelinde evrim teorisinin
vazgeçilmez bir yeri vardır. Ve dolayısıyla her türlü Marksist ve komünist hareket
ve her türlü sol rejim, kendisine entellektüel dayanak ve meşruiyet sağlamak
için, evrimi benimsemeye ve topluma benimsetmeye mecburdur.
1. Richard Lewontin, "The Demon Haunted
World", The New York Review Of Books, 9 Ocak, 1997, s. 28.
2. Marx ve Engels Mektuplar, s.426.
3. Marx ve Engels Mektuplar, Cilt 2, s.126.
4. Friedrich Engels, Ütopik Sosyalizm-Bilimsel
Sosyalizm, s.85.
5 Kent Hovind, The False Religion of Evolution, (www.hsv.tis.net)
Materyalistler
İnsan Ruhunu Neden Açıklayamaz?
Her şeyin elle tutulan ve gözle görülen maddeden
ibaret olduğunu iddia eden materyalistler, insan ruhunu ve bilincini hiçbir
şekilde açıklayamazlar. Bilindiği gibi yeryüzünde, insan bedeni de dahil her
şeyin yapı taşı atomlardır. Yani canlı cansız tüm varlıklar atomların farklı
şekillerde biraraya gelmesiyle oluşurlar. İşte materyalistlerin en sıkıştıkları
noktalardan biri budur.
İnsan bilinçli, irade sahibi, düşünebilen,
konuşabilen, akledebilen, karar verebilen, muhakeme edebilen bir varlıktır.
Böyle bir varlığın, materyalistlerin iddia ettiği gibi başıboş tesadüflerle,
şuursuz atomların kendiliğinden biraraya gelerek ortaya çıkmış olması
imkansızdır. Düşünemeyen, akledemeyen, karar alamayan atomların ani bir kararla
bir araya gelip insan ruhunu oluşturmaları mümkün değildir.
Dolayısıyla materyalistlerin insanın sahip olduğu
ruh ile ilgili herhangi bir açıklamaları da yoktur.
20.
Evrim Teorisi Nasıl Bir Kriz İçindedir?
Şimdiye kadar evrim teorisinin bilimsel yönden
geçersiz olduğunu ortaya koyan temel delilleri inceledik. Kuşkusuz evrimi
geçersiz kılan daha çok fazla delil ve bilimsel kural vardır, ancak burada
sadece bir kısmına değinebildik. Ama bu kadarıyla bile ortaya çıkan gerçek çok
açıktır. Evrim teorisi, sadece materyalist felsefenin yaşatılması için
savunulan, bilim maskesine büründürülmüş bir aldatmacadır. Bilime değil,
spekülasyona, beyin yıkamaya, propagandaya ve sahtekarlıklara dayanan bir
aldatmaca...
Şu ana kadar incelediğimiz temel mantıkları şöyle
özetleyebiliriz:
Evrim
Teorisi İlk Aşamada Çökmüştür
Evrim teorisi daha temelinden çökmüş bir teoridir.
Çünkü evrimciler henüz canlılık için gerekli olan tek bir proteinin meydana
gelişini ya da canlı bir hücrenin ilkel atmosfer şartlarında nasıl bozulmadan
korunduğunu bile açıklayamamaktadırlar. Olasılık hesapları, fizik ve kimya
formülleri herhangi bir protein molekülünün tesadüfen oluşmasına hiçbir ihtimal
tanımamaktadır.
Daha ortada tesadüfen meydana gelebilecek tek bir
protein bile yokken, bu proteinlerin milyonlarcasının tesadüflerle belli bir
plan ve düzen içinde birleşerek canlı hücresini oluşturmaları, bu hücrelerin
yine tesadüflerle trilyonlarcasının oluşup biraraya gelerek hareket eden
canlıları, bu canlıların balıkları, balıkların sudan karaya çıkarak
sürüngenleri, sürüngenlerin de kanatlanarak kuşları oluşturmaları ve bu şekilde
yeryüzündeki milyonlarca farklı türün meydana gelmesi sizce makul ve mantıklı
bir iddia mıdır?
Sizce mantıklı olmasa bile, evrimciler böyle bir
masala gerçekten inanmaktadırlar.
Ancak bu yalnızca bir inançtan
ibarettir. Çünkü ortada bu hikayelerini doğrulayacak tek bir kanıtları dahi
yoktur. Ne yüzyılı aşkın bir süredir yeryüzünün dört bir tarafında yaptıkları
kazılarda bulmayı umdukları yarı balık-yarı sürüngen, yarı sürüngen-yarı kuş
gibi ara formları bulabilmişler, ne de son derece gelişmiş laboratuvarlarda bir
proteinin, hatta proteinin yapısındaki tek bir aminoasit molekülünün dahi ilkel
dünya adını verdikleri şartlarda oluşabileceğini ispatlayabilmişlerdir. Tam
tersine, evrimciler bütün bu çabalarıyla, evrim gibi bir sürecin yeryüzünün
hiçbir döneminde yaşanmadığını ve yaşanamayacağını bizzat kendi elleriyle
ortaya koymuşlardır.
Evrim
Teorisi Gelecekte de Doğrulanamaz
Bütün uğraşlarına rağmen evrim teorisi hakkında
hiçbir gerçekçi kanıt, bulgu ya da açıklama getiremediklerinden, evrimci bilim
adamlarının tek avuntuları bilimin zamanla bu açmazların cevabını vereceği
hayalidir. Oysa bilimin, milyonlarca sene gelişse de bütünüyle mantıksız ve
temelsiz bir iddiayı kanıtlaması söz konusu olamaz. Aksine, gelişen bilim böyle
bir iddianın gerçek dışılığını, giderek daha net ve açık bir şekilde ortaya koyar.
Nitekim bugüne kadar da böyle olmuştur: Canlı
hücresinin yapısının ve fonksiyonlarının detayları keşfedildikçe, hücrenin,
-Darwin zamanındaki ilkel bilim düzeyinde sanıldığı gibi- rastlantılar sonucu
oluşabilecek basit bir yapı olmadığı çok daha kesinlik kazanmıştır. Hücre
çekirdeğindeki DNA molekülünün ve bunun akıl almaz kompleksliğinin keşfi ise,
değil hücrenin onun DNA'sının milyonda birlik bir bölümünün bile tesadüfen
meydana gelmesinin imkansız olduğunu gözler önüne sermiştir.
Durum bu kadar açıkken, Allah'ın
yaratışını inkar edip, bu derece üstün ve kompleks varlıkların kökenini hiçbir
mantığı olmayan tesadüflere ve rastlantılara dayandırmak ve bunu ısrarla
savunmak, insanı ilerde çok küçük düşeceği durumlara sokabilir. Evrim
teorisinin iç yüzü, sahtekarlıkları ve çarpık mantığı her geçen gün daha çok su
yüzüne çıktıkça, kamuoyu bunlara daha yakından şahit oldukça ve gerçekleri
gördükçe, evrimin gözü kapalı fanatik savunucuları, çok değil belki birkaç sene
içinde insan içine çıkamayacak bir konuma geleceklerdir.